19 Şubat 2015 Perşembe

SEN HER GÜN ÖLÜMSÜN BEN HER GÜN YAŞAM SAVAŞI


Biliyor musun rüyâlarım hala uzun. 
En çok özlediklerim ve ismini unuttuklarım yan yana, içimden geçenlerden yapılmış senaryolarda oynuyorlar. 
Uyandığımda yavaşça perdenin arkasına gizlenirken bir kaç sahne kalıyor arkada yetişemeyen. İz sürüyorum, bilincin gürültüsüne karışıp gidiyorlar.
Eskiden gerçek hayatın ışığında kaybolurdu rüya etkisi. Şimdi biri diğerine akarken değişen bir şey olmuyor. Her iki dünyanın gerçekliği ve belki sanallığı eşit. Kimsenin diğerini ayartmaya niyeti de yok, gücü de...Gemi batarken bir an denizin ve güvertenin eşitliği gibi. Sonrası derinlikte kaybolmaya doğru gidiyor... 

Ölüm! Seninle nasıl başa çıkılır? Her şey elinde. Sana rağmen ne kalır geriye, hangi kalıcılık yaralar gücünü?  
Usulca gördüklerimi not ediyorum, senden kurtarabildiğim ne varsa. Uç uca eklesem gideceğim yol bir adım olsa da. Bizden kalanlar yandığında, senin karanlığının yanında bir anlık parlama olsa da...Bir defa göz göze gelelim yeter.
Benden bir cümle kalsa kalpten kalbe taşınan, bana yeter. 

Avuçlarımdaki su ne sıcak ne soğuk..Gözlerim aynadaki yüzümde görmek istemedikleriyle pazarlık halinde, hücrelerim aynı aynaya iki defa aynı yüzle bakabilmenin derdinde...Bu bile bir şey değil mi ölüm? İçim seni, sana değene kadar yok sayacak. 
Dışarıda herkes benim gibi hâlâ, senin durumunda olan kimse yok. Hayat, güneş en tepedeyken sırtını dayamış alışkanlıkların buzdan duvarlarına... Uyarılara aldırmıyor. Yalandan yarınlara her gün olta atıyor insanlar. Gündelik yaşamın balık hafızası. Hayat ne dense inanıyor, yüzeyde sürünüp gidenlerin boş derinlik edebiyatı içinde kürek çekiyor, yüz bin kere kürek çekilmiş yerlere. 

Yüzler değişiyor, duygular aynı, duydun mu ölüm!
Her ay iki üç gün hala sinirli ağlamaklı.. Sonra sönüyor dalgalar.. 
Bir insan cinsinden olmanın yan etkileri.
Periyodik olaylar ne kadar ters ölüme. Olan yine oluyor, yine yine...Sonra değişiyor yine, yine hep aynı değişiyor..
Saatleri bilerek her gün yeniden başlatıyoruz bu sebeple. Yoksa uzayıp giden bir çizgiye dizerdik sayıları. Yollara dökerdik... Bir yerde başlar ve biterdik.
Başlayışı da bitişi de kaldırdık, en çok da bitişi kaldırdık gözümüzün önünden.  

Varken daha fazla ama daha zararsız bir 'yok'tun aslında yalanım yok dostum. Ölümün tarafına geçtiğinden beri daha yakıcı bir 'yok'sun. Yok'luğun vurup vurup kaçıyor, ben kalabalıklara karıştıkça peşimde yalnız bir kuytu arıyorsun. Yolumu aniden değiştiriyorum, insanlara, tekrarlara saklanıyorum...Sen 'ilk ve son'a sürüklemek için peşimde...Sokak savaşına geçiyoruz, son kalan gücümle. 

Sen ölüydün işte, bütün bu anlarda ve tüm her şey bıraktığından farklı.
Bir şeyler karalarken, küçük kararlar verirken, bulutların alt yüzü bize dönükken, hava durumundan kendimize vazife çıkarırken...Sen bulutların üstünde, akıl dışı ölçüleriyle uçsuz bucaksız bir sükunetken... 
Fare gibiyim bu labirentin içinde.
Yolu da çıkışı da biliyorum, arar gibi, bekler gibi yapıyorum sadece.

Ölünce doldurun beni. Doldurun da gösterin ölüme, görsün yenildiğimi ama asla pes etmediğimi!