17 Eylül 2024 Salı

Madak ülkesine tek yön gidiş


ıhlamur ağacının altındayım
altın suyuna değmiş yaprak uçları
sese doymuş ve de nefese 
toprak, deniz ve çakıl taşları
güneş sakince süpürür ortalığı, 
ben ah'lardayım, ıhlamur altında...
üzüm yaprakları değil ki
üst üste kalbime basıp 
hüzün kurumsayınca birazını sarayım
her güne bir şiirinle karışırım
mevsimler geçer, usulen vedalaşırım

kim çaldı seni bizden?
akdeniz mavisinden, kara izbelere
kucak kucak şiir beklerken
her güne bir şiir küçük lokmalar hâlinde 
varamayız böyle varacağımız yere
üstümde hakkın var şair kadın
seni çalanların hakkı yok
senin çalınmanda akıl yok
tanrılara mı kızalım, doktorlara mı 
kolay mı hem şair, hem kadın, 
hem izmir
kadere mi küselim, karmayı mı deşelim

biri beni bıçakladı Madak,
sana kadeh kaldırmıştım daha dün, 
şarabın kırmızısı aktı gitti sırtımdan
gücüm tükendi, sevmeye çalışmaktan
izmir'in makus talihine döndü
kirli ve kalabalık ruhum 
ucuz pullu, payetli, terli suratlı
şu kemeraltı'ndan bir kurtulsam
havra'dan sonrası tamam
faustina kapısına kadar koşacağım
nefes almadan

senden utanmadan, on yıl fazla kaldım
cehennem üssündeki görevimde şimdiden
işimi yavaş yaptım belli ki
özünde iyiydim, hüzünde de oysa ki
derbeder de sayılırım, 
kitaba düşmeden buhar oldu sanrılarım
on yılı alsaydı benden, bilseydim
sana verseydi dilerdim, 
Madak ülkesi büyüsün isterdim
kıyılarında ticaret, tepelerinde
yıkılmaz tapınaklar yapardık
sunaklarına çirkin balıklar 
ve çocukluk resimleri bırakırdık

sarımsaklı
eylül 2024

30 Aralık 2020 Çarşamba

HERKESİN BİRBİRİNE BENZEYEN RESİMLERİ VAR

Tuhaf bir salgın hastalığın birinci yılı doldu. Boşluk hissi içinde elimizde kalanları anlamlandırmaya çalışıyoruz. Buradan nereye gideceğimiz belli değil. Pek çok insan gibi benim de kendimle ilgili zaten kısmen belirsiz olan gelecek planlarım tamamen belirsiz kaldı. Bir anda yerçekimi kalkmış gibi her şey havalandı. Zamanla bu durum normalleşecektir diye umuyorum.
Aşağıdaki yazıyı çok zaman önce yazmıştım ama nedense bir kenarda duruyordu. Şimdiki zamanın ruhuna uyduğunu düşündüğüm için ortaya çıktı. Bu sene içinde gördüklerimiz, gelecekte karşımıza çıkacakların başlangıcı gibi. Dünya durağan bir yer değil. İnsan beyni onu sanki durağan bir yermiş gibi algılayıp, rutin bir yaşam kurmaya meyilli. 'Rutin yaşam' tarım devrimi denen hatanın sonucu galiba. Virüslerden kurtulabilenleri 'rutin'lerini kaybetmek öldürebilir. Değişim beni ürküterek heyecanlandıran bir kelime. İnsan ruhunun, yıpratıcı sonuçları olmakla beraber gerçek potansiyelini ancak değişik şartlara uyum sağlamaya çalışırken ortaya koyabileceğini düşünüyorum.

Artık herkesin birbirine benzeyen resimleri var.

***

Dünyanın düz olduğuna inananların korkuları içindeyim.
Bilmediklerim yolların düşmediği ülkeler
Yaşamak boyumdan büyük gölgeler
İçim katran, dışım siyah kabuk, ateş püskürüyorum çağıma
Kırık mutlulukların eski gecelerden dokunmuş örtüsü
Gündüzlerin içinden çekip çıkardıklarım.
Anı çemberi daralıyor her geçen gün
Aynı yerde dönüp yaşamdan çalmaktayım

Uzaktan el sallıyor bir yolcu gemisi hissi
Ne o adadayım, ne de sis çökmüş sabahta
Kendimi parçalara ayırdım
Birazım çoktan pes etmiş, birazım hayal kurmakta
Biraz şiir çaldım gökyüzü gecedeyken, 
kimse duymadı 
Zaten sessizlik gibi görünmez olduk birden
İnce perdeler bölüyor ölü meraklarımızı.


Ankara 
Aralık 2020
















12 Ağustos 2018 Pazar

GEMİ BATIĞI





Sahne selamında sabah denizi içleri
Buluşup ayrışır irili ufaklı çakıl izleri
Yalınlık beyaz tuvalde beyaz tüy inceliği

*
Tek tük yosunlara tutunmuş
Küçük balık şarkıları arası
Ne renk fazlası ne ses karmaşası
Ne umutsuzluk ifşası, ne yalnızlık sitemi
Herkesin kendi haline ayrıştığı
Gümüşi dokumalardan süzülüp buluşup
Pul pul imge serpiştiği
Zamanın genleştiği
Yazı arası uyku çalması zilleri
Sözün sükute dalması misali ruh halleri

*
Sahne selamında denizin hiç olmamışken
Gidip gidip dizini geçmeyen hesapları
Bayram seyran diyen insan yalanından çıkmış
Tedirgin gölgeler dolunca beden beden
Ağır akan bir peri masalıyken
Ok yayından çıktı işte kum bile dellendi
Karın doyurma sevdasının durağı bellendi

*
Yürüyüp gitsem mavinin içine
Geriye dönüp bakarsam yeşile çalsın yüzüm
Bir adım geriye atarsam yüzgeç olsun ayağım
Yürünmez zaten o karasal ruhlar içinde
*
Gemi batığı gibi sardırsam kendimi
Güneşleri kırılgan su hamurundan ev olsam
Kurdelalı deniz ipleriyle şenlikli


Sarımsaklı 
2018 Yazı.


28 Haziran 2017 Çarşamba

OYUNLARI GÖZDEN DÜŞMEMİŞ YAŞLAR



Başlangıç değilmiş 
Sabırsız bayrakları açıldığı gibi yırtılan 
Fırtına dalgalarının önüne katılmış 
Bir görünüp bir kaybolan 
Çocukluk 
Temiz meraklarla anlayabildiklerini
Konuşmadığından değil, konuşsa da duyulmadığından
Ucu kıvrık sayfalara yazmaya çalışmakmış
Küçük köşeleri tutulmuş bir avuç alan 
Aynı yüzden bir kaç on insan  
Oyunları gözden düşmemiş yaşlardan
Beraber emekleyip yalnız adımlanan
Geri dönmeyecek kadar uzaklara gitmekmiş
Işığından sızan seslerde aynı anne serzenişleri
Yankılandıkça isimlerimiz akşamın alacasında 
Bütün yaraların iyileşeceğini bilmekmiş

Ağaçlarına hayrandım çocukluğumun
Aklıma düştükçe sızısı elimde kayıp hissi
Ne zamanı yakalayabilirim ne gücüm yetişir
Çok uzağa çok çabuk vardığımdan beri















31 Mart 2017 Cuma

MERİH KARAASLAN

Bu şiiri sanki yüz yıl önce yazmışım gibi. 2002'de taze mimarlık diplomalı bir mimar adayı iken yanında çalışmayı hayal ettiğim tek mimar da Ankara'daki bürosunda bir saldırı sonucu öldürülmüştü. Bir süre hevesim kırık, meslek sevgim azalmış olarak yaşadım. Sonra bir çok şehirde bir çok işte çalıştım. Bu işlerin bazılarında onun yanında çalışmış insanlarla da çalıştım. Birlikte yad ettik anılarını. Geçen zaman içinde kalbimde onun mimarlığından eser kalmadı. Her şey çok hızlı değişiyor hepimiz için. 15 yıl önce İzmir Mimarlar Odası'nın bülteninde yayımlanmış olan ve yıllar sonra internetten bulduğum bu şiir çıktısını saklamıştım. Artık internette de yok.
Biraz daha yıllar sonra bir arkadaşımın hatırlatmasıyla tekrar aradım ve bir defterimin arasında buldum. Fakat artık ne bu şiirin formuna ne de içindeki mimarlığa yakınım.

Dönüşüp duruyoruz bir şeylere. Kendimizden çıkıp çıkıp başka biri oluyoruz durmadan...

ZİRVE BEKLER KALDI...

Merih Karaaslan'ın Ankara Or-An'daki Terasevleri. Popüler yılları geride kalmış, çevresindeki yeni yapılaşma rüzgarıyla sessizleşmiş halde...
Fotoğraf: Serap Güler 31.03.2017
Çalıştığım şantiyedeki yüksek katlı yapının çatısından.












29 Ekim 2016 Cumartesi

GÖKYÜZÜ ALTINDA YÜZLERDEN İZLER


Geceye varmış yorgun akşamlar
Solgun rengine takılıp kalanlar 
Birbirlerine bırakmışlardı kurak yalnızlıklarını
Umuda yaslayıp başlarını
Bir mevsimlik yaşamışların arasına karışmışlardı
Bense geçemiyorum içimdeki kalabalık ışıkları
Dünden hüzünler baskın 
Bırakmıyor aklımda kalanları

Nereye gitsem her şeyi 
Yanımda olacak kadar gönüllü
Beni bekleyip bana kanacak kadar
Kendini bana ayıracak kadar
Bütün bunlara yetecek sandığım zamanlar 
Yanılmıştı

Kaderim çekip gitmeler yüklü 
Hayat biriktikçe birikmiş eteğimde
Yerli yersiz sorularımın sessiz tanıkları
Durup dinliyorum, değip geçiyor ses
Bir yol sızıyor içime tenhalığı ile...

















18 Ağustos 2016 Perşembe

SONSUZLUK VE BİR GÜN*


Kıyı boyu mavi küller boyanmış uzaklara
Mitolojik bir rüyaymış uyanır uyanmaz vedası tüten
Aklıma özlediklerim geliyor, 
Her gün daha çok benziyor düne


Ne çözümsüz talih, semanın sırlarında yol alış
Yüzlerce yılın öykülerinden rüzgarlar taşkın
İç sesimden yükselen ağıtlarda yaşıyor
Kan revan içindeki duvarları kalın
Güneş bin yıllık serenadında suskunlaşıyor
Kimbilir ne kadar zor ulaşmak artık,
Tanrıça evine çıkan yolda düşüncelerine dalıp giden
En az sunağa yeni bırakılmış kurbandaki umut kadar ben


Kımıldamadan oturduğum kayanın ayağında sonsuz deniz
Ardında ölümcül boşluk, 
Gizli bir esaret endişelerim
Durmadan düşüyorum bakmayı unutup, bıkmayı da düşmekten
Hayalimde bir yığın savaş, yaşamayı öğrenememekten


Uçurumun dibinde galipsiz bir çekişme
Gelir mi kurtarmaya hayat, kaçar mı kurtulmaya ruh
Bir uğultu çınlar göğün en mahreminde,
Daha fazla uzanmıyor elim yaşanmamış geleceğe,
Bittiği yerdeyim bitmesinin sesi yankılanacak
Sonsuz alacakaranlık günün hüzmesinden doğacak.




*Theodoros Angelopoulos'un anısına saygıyla.

11 Haziran 2016 Cumartesi

GİT. GİTMEYİ BİL

Ne bir bitişin, ne de başlangıcın haberi saklı
Ne sessiz bir iç çekişin, ne adressiz bir sevincin sarsıntıları
Telaşsız bir günün iz bırakmayan duygusallığında
Kabuğuna çekilmiş gösterişsiz bir gölgeyim.

Ellerim karakalem, yüzlerine sürüyorum
Değişmiyor gördüklerim
Rengarenk bir boşlukta yanılgılarım derin
Konuşursam dökülür kırıkları ayna suretlerinin

Uzaklaşırken gidenler, kalıp veda edenlere has
Kendine acımaya hazır bekler haldeyim
En kibarca reddedilmiş diyecekler duruşuma oysa
Alışkanlıkların hep aynı yerinde tökezlemekteyim

Yağmur hızlandı yürütmüyor, içimde ıslak otlar,
Soldu sevginin rengi, koyu olabildiğince bulutlar
Biraz hayattan kalanlar ve ay donmuş üzerinde gecenin
Hadi git. Gitmeyi bil. En uzak neresi varsa
Yine olmayacak diye bakıyor gözlerin
Soğuk bir yaz bıraktın ne çok hayıflanacak
Susmak da bir ayrılık yolu, bazı vedalar için


















1 Nisan 2016 Cuma

ZAHA...



Yaşamlar boyu halka halka uzayıp giden yoldan her birimizin payına düşen kısacık bir parça yol. Gözlerimizi sonuna kadar açıp en fazla ne görebilirsek, o kadar yaşamaktan saydığımız...Ne çok şey istiyoruz o kısacık yoldan, o an'dan. Tüm geçmişler ve gelecekler 'şimdi'de uykudayken, bizim gözümüz görsün istiyoruz doğanın tek bir defalığına verdiği şansları, asırlar boyu  iç çekilerek, hayret edilerek, kıskanılarak anlatılacak olanları...Hayattan; tüm ilklerini ve en'lerini bizim tanıklığımıza sunmasını bekliyoruz..
Ayrıcalık istiyoruz, öyle olmuyor olsa da çoğunlukla.
Bazen de....oluyor.

Zaha, en gerçek tanıklıklardandı.
Bizim zamanımızda yaşadı, ya da biz onun.
Geçmişini sayısız geleceğe bıraktı.
Zaha ayrıcalıktı.

3 Şubat 2016 Çarşamba

BİR GÜN DELİRECEĞİMİ BİLİYORDUM

  Caras Ionut

Düşünmek istemiyorum. Sonrayı ya da önceyi. Bunlar acıtıyor, bunlar gibi her şey.
Kararsızlıklar üzerinde yürümek gibi iğneli.
Yalınayak.
Ben bakmayınca bakıyorlar, denizi uçup geçmiş kuşlar. Bakmıyorum ben.
Söyleyecekleri var, konuşmayı bilmiyorlar. Anlaşmamız buna bağlı.
Konuşmamalarına.
Nasıl bir araya gelmiştik biz?
Yanlışlıkla. İlahi yanlışlıklar zincirinin sonunda....

Beklemeyin orada. Beklemesinler. Koşarken seçebildiğim bir kaç gülen yüz. 
Mutluluktan ölmüşler. 
Parçalayıp dağıtıyorum zamanı içimde, toplayıp kaldırıyorum kimse gelmeden.
Özetleme cezasına çarptırılmış olabilirim anladıklarımı, sadece bunun için bile...
Burada olmuş olabilirim.
Bakıyorlar. Ben bakmıyorum.
Bitmez tükenmez bir merakla cezalı gibiler. Nehirleri kurumuş da, oradan çıkıp gelmişler.
Dönüp dolaşıp aynı sözcükleri buluyorum.
Aynı yollardan tekrar tekrar geçmek de kaybolmak değil midir?
Hatırladıklarımın çoğu yaşadıklarım değil.
Çoğaldıkça çoğalıyor .
Sanki dayanabilecekmişim gibi, görmek istiyorum gerçekleri...
Sadece bunun için bile delirmiş olabilirim. 





Madak ülkesine tek yön gidiş

ıhlamur ağacının altındayım altın suyuna değmiş yaprak uçları sese doymuş ve de nefese  toprak, deniz ve çakıl taşları güneş sakince süpürür...