Pencereleri olmayan bir odanın zemininde
bir delik.
Aşağıya bakıyorum delikten. Kendimi görüyorum.
Saçlarımı
tanımıyorum, yüzüme fazladan çokça fırça vurulmuş. Onu dinliyorum hayran hayran.
Kendime bağırıyorum yukarıdan. Kalk oradan, kalk! Görmüyor musun gülüyor durmadan maskesinin
ardından, el işaretleriyle kovalıyor gelenleri kapıdan.
Eminim yalnızca ikimiz olduğundan odada, hayaletler
içindeyiz oysa.
Acıdan kıvranan, oradan ayrılamamış, tekrar tekrar aynı anları
yaşayarak var olmayı başaran, kaderin şeytani bir cilvesiyle kanadı koparılmış,
her gidenle gitmek için neyi varsa toplamış ama asla, asla oradan bir adım bile
uzaklaşamamış ruhların huzurundayız aslında…Biraz daha kala kala bitmemesini
istiyorum zamanın.
Işıkları bile bile yakmıyor, dışarıdaki
karanlık ulaşınca içerideki karanlığın tonuna, açıyor kapıları, gidebilirsin
şimdi diyor, ben gitmemeyi adımlıyorum durmadan, süregelen gönülsüz vedamın
ardından.
Uyandım… Geçici körlüğümün kasveti
içindeyim. Dağılırken bulutlar, yer değiştiriyor umduklarımın avutmasıyla, bulduklarımın
yükü.
Sakın ağlayarak merhamet bekleme diyorum kendi
kendime!
Parça parça söktüm onu üzerimden, kanatarak
kendimi ve o halimle hala aklımda bir korku. Üşüme korkusu! İnanamıyorum şimdi
kendime ama doğruydu. Üşümektense kendi kanımın sıcaklığına razı olacak kadar kaybetmişim
aklımı. Ölmek bu kadar aptalca umursanmaz mı?
Oynanan oyunda en küçük rollerden birisi
verilmiş halde az mı indim yokuşlardan aşağı, düştüğüm halleri bilerek bilmeden…
Herkes bana bakıyor gibi, şehir de bakıyordu sanki. Şehir çok görmüştü bizim
gibileri. Üzerinde kuruttuğu gözyaşları
kadardı büyümüşlüğü.
Kızgınım, hem de çok. Ben mi çekiyordum
kendimi ipe tutunup yukarıya, çekiliyor muydum yoksa? Belki durup baksaydım
görürdüm aşağıda bana hayretler içinde bakan sevdiğim yüzleri, keserdim ipimi.
O zaman kısa bir şaşkınlık anından geçip, giderdi yukarıda bekleyen… Gidecekti
elbet nasıl olsa sıkılıp. Çabuk sıkılmaz mıydı sanki bilmiyor muşum gibi.
Üçer kilometre ile günde, kulaklarımdan
bağlı halde müzikli gökyüzüne, sürseydi sonuna kadar, gide gide bitmeseydi keşke
de, düşmeseydi yolum, sahtekarca neşeli bir dizi balık lokantalı sokağın
ardında, onun gümüş renkli tacı gibi dolambaçlı kaderine…