20 Eylül 2015 Pazar

KIZGINIM HEM DE ÇOK

Pencereleri olmayan bir odanın zemininde bir delik. 
Aşağıya bakıyorum delikten. Kendimi görüyorum. 
Saçlarımı tanımıyorum, yüzüme fazladan çokça fırça vurulmuş. Onu dinliyorum hayran hayran. 
Kendime bağırıyorum yukarıdan. Kalk oradan, kalk!  Görmüyor musun gülüyor durmadan maskesinin ardından, el işaretleriyle kovalıyor gelenleri kapıdan.
Eminim yalnızca ikimiz olduğundan odada, hayaletler içindeyiz oysa. 
Acıdan kıvranan, oradan ayrılamamış, tekrar tekrar aynı anları yaşayarak var olmayı başaran, kaderin şeytani bir cilvesiyle kanadı koparılmış, her gidenle gitmek için neyi varsa toplamış ama asla, asla oradan bir adım bile uzaklaşamamış ruhların huzurundayız aslında…Biraz daha kala kala bitmemesini istiyorum zamanın.
Işıkları bile bile yakmıyor, dışarıdaki karanlık ulaşınca içerideki karanlığın tonuna, açıyor kapıları, gidebilirsin şimdi diyor, ben gitmemeyi adımlıyorum durmadan, süregelen gönülsüz vedamın ardından.

Uyandım… Geçici körlüğümün kasveti içindeyim. Dağılırken bulutlar, yer değiştiriyor umduklarımın avutmasıyla, bulduklarımın yükü.
Sakın ağlayarak merhamet bekleme diyorum kendi kendime!
Parça parça söktüm onu üzerimden, kanatarak kendimi ve o halimle hala aklımda bir korku. Üşüme korkusu! İnanamıyorum şimdi kendime ama doğruydu. Üşümektense kendi kanımın sıcaklığına razı olacak kadar kaybetmişim aklımı. Ölmek bu kadar aptalca umursanmaz mı?
Oynanan oyunda en küçük rollerden birisi verilmiş halde az mı indim yokuşlardan aşağı, düştüğüm halleri bilerek bilmeden… Herkes bana bakıyor gibi, şehir de bakıyordu sanki. Şehir çok görmüştü bizim gibileri.  Üzerinde kuruttuğu gözyaşları kadardı büyümüşlüğü.

Kızgınım, hem de çok. Ben mi çekiyordum kendimi ipe tutunup yukarıya, çekiliyor muydum yoksa? Belki durup baksaydım görürdüm aşağıda bana hayretler içinde bakan sevdiğim yüzleri, keserdim ipimi. O zaman kısa bir şaşkınlık anından geçip, giderdi yukarıda bekleyen… Gidecekti elbet nasıl olsa sıkılıp. Çabuk sıkılmaz mıydı sanki bilmiyor muşum gibi.

Üçer kilometre ile günde, kulaklarımdan bağlı halde müzikli gökyüzüne, sürseydi sonuna kadar, gide gide bitmeseydi keşke de, düşmeseydi yolum, sahtekarca neşeli bir dizi balık lokantalı sokağın ardında, onun gümüş renkli tacı gibi dolambaçlı kaderine…  


elli bir yılın hikâyesi

Bernard Shaw, yaşını açıkça söyleyen bir kadından korkulması gerektiğini; çünkü bunu açıklayan bir kadının her şeyi açıklayabileceğini söyle...