Bir müzisyenin dünyasında uzun süre kalacağımı, daha en başında yaşadığım 'aşinalık' duygusundan anlarım ve ardından mutlaka 'yoğun sevgi' duygusu gelir... O aşinalık duygusunu yaratan; nasıl formüle edildiğini asla anlayamayacağım şekilde, kalbimizi saran her bestede hissettiğimiz, hayati duygularımızın üzerinde hakimiyet kuran mucizevi kurgudur. Yaşama sevinci, aidiyet duygusu, özlem duygusu, aşk, kendimizden sakladıklarımız, hüznünde kaybolduğumuz yoğunlaşmalar, insanın ihtiyaç duyabileceği ve bağlanması için yeterli olan her şey bu özel bestelerin oyun alanı olur...
İyi müzik; zamanın koyduğu bütün engelleri kaldırır, her duygu ulaşılabilir yakınlıktadır.
İyi müzik;hayatı yaşamaya değer kılan büyük bir aşktır.
♫♫♫
♫♫♫
Kutsal bir misyonu var müzisyenlerin, hiç bir sanatçı sanatını bir misyon bilinciyle yapmıyor olsa da. Tanrının varlığını sıradan insanlara hissettirmek ve insanın kendisine ait farkına varamadığı duyguları tanımalarını sağlamak gibi. Ve her sanat dalının da, insanların hücrelerine kadar ulaşabilen üretimlerin yapıldığı şanslı dönemleri var elbette. Parlak yıldızların bir araya gelmesi için tüm evren yardım eder neredeyse. Her şey bir doğuma hazırdır. Ve her şey tasarlandığı gibi olur...
Gerçek müzisyenler müziğin insanın kalbine dolaysız olarak ulaştığı yolu açar. Bu kutsal bir yoldur. İzleyeni/dinleyeni ile en sağlam gönül bağı kurabilen sanattır müzik. Bu bağ, bağlılık ve bağımlılığa dönüşen doğal ilerleyişinde zamanı ve mekanı yok sayar. Büyülü bir köprü kurulur ve notalar besteciden dinleyenin kalbine doğru akar...
"The best film music is the music that you can hear." // "En iyi film müziği (filmi izlerken) duyulabilen müziktir." E.Morricone
Bir Zamanlar Amerika'da filminin en etkileyici sahnelerinden birisi...
♫♫♫
Bazı ruhlar içlerinde müzikle dünyaya gönderiliyorlar...
Bir besteci bana bu kadar yakın, dostluk hissi uyandıran bu müzikleri nasıl yazdı? Dünyaya karşı hissettiğim yabancılığın keskin köşeleri kırıldı her nota vuruşuyla. Dünya daha tanıdık, daha dayanılabilir oldu bu yolculukta... Notaların içinde kendinden geçen ruhum her defasında şöyle sesleniyor ona, "Bana ne yaptığını biliyorum ama bunu kelimelerle anlatmam mümkün değil!"...
Kalbim onda öyle çok şey buldu ki, sanki büyülü bir şehir keşfetmiştim. Hem her köşesi yeniydi hem de benim. Ben onu sevdikçe sanki o da beni sevdi...
Çok sayıda bestesi, çok kalpte izi var Ennio Morricone'nin.. Belki dört nesil boyunca üretmiş bir deha.. Hayatı boyunca başarılı besteler yapmış bir besteciyi ancak 85 yaşına geldiğinde tanımanın şanssızlık olduğunu düşünmüyorum çünkü tüm ölümsüz sanatçılar gibi onun da yarattığı eserler ya 'zamansız', ya da ait oldukları zamanı hissettirirken, dinleyeni bunun dışında bırakmıyor, aksine kucaklayıp içine çekiyor. Bir sanatçının eserleri içindeki 'zamanı' sevmek sıcak, bağlayıcı bir duygu.
Sevdiği sanatçıların 'söz'lerine kulak vermeli insan...Dinlediğimiz müzik, okuduğumuz kitap, gördüğümüz resim...Tesadüfen çıkmazlar karşımıza.
"The evocative nature of his work dramatically enhances the visual image and resonates in our deepest emotions."– Renee Fleming. // "Yaptığı işin çağrışımlar yapan doğası insanın görsel imaj kapasitesini dramatik bir şekilde artırır ve en derin duygularımızda yankılanır." Renee Fleming
Bazen Tanrı dünyaya bir "rüya takım" gönderir...
Yünetmen Sergio Leone (sağ) ve Ennio Morricone (sol)
"Seyircinin verdiği tepkileri o müzikle veriyor" John Boorman, BBC Morricone belgeseli..
Tanınmasında büyük payı olan Western'ler içinde "Bir Zamanlar Batıda" filmi bu türle aramda hep var olan mesafeyi eritti...Her sahnenin ışığı ve müziği ayrı bir tasarım harikasıydı bana göre...
Ayrıca 'western'lerde hakim bir 'erkek dünyası' vardır ya, o duygu müzikal olarak nasıl tanımlanabilir ancak bu filmde bu kadar net görülebilir diye düşünüyorum.
Zamanının ve şartların ona müziği için özgür ve kısıtlanmamış bir ortam sunduğu anlaşılıyor... Deneysel yaklaşımları eleştirilmemiş, yönlendirmeye çalışılmamış gibi...Yönetmen Sergio Leone ve Ennio Morricone'yi anlamış tüm diğer yönetmenler, onunla bir 'rüya takım' olmuş...
Her "endüstrileşme'nin" insanı karşısına alıp, bir duygusunun işine son verdiği bir çağın şahitleri olarak dünyadaki gözlemlerimiz, duygusal deneyimlerimiz, Morricone'nin müzik penceresinden bakınca büyüleyici bir netliğe, zenginliğe kavuşuyor. İçinde yaşamaya değer bir dünya onunki, dost gibi özletiyor kendisini uzak kalınca.
"He doesn’t have a piano in his studio. I always thought that with composers, you sit at the piano, and you try to find the melody. There’s no such thing with him. He hears a melody, and he writes it down. He hears the orchestration completely done." / "Stüdyosunda piyano yok. Tüm kompozitörlerin piyano karşısına oturup melodi aradığını düşünmüşümdür. Fakat bu onun için geçerli değil. Melodiyi kafasının içinde duyuyor ve yazıyor. Orkestrasyonu da kafasında tamamlıyor." – Barry Levinson.
Bir deha ile tanışınca onun gündelik hayata dair her hareketinde bir farklılık görmek gibi bir beklentiye giriyor insan...Herkesin yaptığını yapmayan bir insandan daha ilgi çekici kimse olamaz çünkü...
Orkestrayı mı yönetiyor yoksa duyguları mı? Ennio Morricone elinde batonu ile şüphesiz insana ait tüm duyguları yönetiyor.
"He is someone with two identities. One is the composer of contemporary music, and the other is this composer of big epics, this popular music for movies. All his life he has been trying to nourish one identity with the other one, and it is as if the two voices were enriching each other. He has a great capacity of harmonizing in himself.’ – Bernado Bertolucci. // "İki kimliği olan birisi o. İlki çağdaş müzik bestecisi kimliği, diğeri büyük destanların, popüler film müziklerinin bestecisi kimliği. Tüm yaşamı; bir kimliği diğer kimlikle beslemeye çalışmakla geçti, bu sanki iki sesin birbirini zenginleştirmesi gibiydi. Uyum sağlama konusunda büyük bir kapasiteye sahipti. " Bernardo Bertolucci
Gel-gitler yaşatıyor içimde bu kadar çözülmüş olmak. Anlatamadığım duyguların hepsini müzik yapmış büyük usta. Birbirimize fısıldıyoruz bize ait sırları. Bu büyük bir sırdaşlık, müzikle sır paylaşmak sonsuza giden bir yol arkadaşlığı.
Yol arkadaşlığımızın başındayız Büyük Maestro ile...Yolculuk ben olmadan geçmiş bir zamanın içinde kendimi bulmamla başladı, içinde benim olmadığım anıları bana bıraktı...Bu basit bir sevme duygusu değil, bu dünyanın görünen sevmelerinden değil...Bunun ne olduğunu; bilmediğim kelimelerden kurduğum cümlelerle anlatabilirim ancak..
Bilmem anlatabildim mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder