8 Ağustos 2014 Cuma

Bir Ben Var....Mı Benden İçeride?


Sesler, kelimeler, mevsimlerce süren insan halleri...
Bana doğru akan bir nehir yaşamak. Suyun yolunu bulduğu gibi buluyor içimde bir yerleri.
Dokundukça fark ediyorum bir kalbim, tenim, yüzüm olduğunu.
Ve vicdanım...
Yaşamak bana dokundukça yeni hatıralar birikiyor kıyıda, köşede. İstenenler veya istenmeyenler..Kıyı, köşe cennet oluyor, cehennem oluyor, yangın yeri, sel yatağı, gül yatağı oluyor. Dünya bir an başıma yıkılıyor, bir an beni başının üstünde taşıyor...İçim inşaat alanı gibi, üst üste koyuyorum yan yana koyuyorum. Köprüleri, yolları, gökdelenleri..
Yumruklarımı sıkıyorum, içimdeki bana sözüm geçmiyor. Kendi kazandıklarımı cömertçe harcıyor bir başka kendim. Ve ben bunun böyle olduğunu bir gün aniden kendi kendime itiraf ederken anlıyorum. Kendim küsüyor bir süre bana. Süslü cümleler kuruyorum, yetmiyor...Kuruyor, yetmiyorum...
Bana doğru akıyor nehir, yaşamak akıyor bana, o yaşatıyor, ben yaşıyorum.


Hayır, bütün mesele olmak ya da olmamak değildi! Duymak ya da duymamaktı!
Bütün mesele; sormak ya da sormamaktı!, Bulmak ya da bulmamaktı!
İstemeyi bilmek ya da bilmemekti!
Açın kapıları! ne çok sevdiniz kilitleri!
Açın kapıları! Açmasanız da dizinin dibinde oturun kapıların. Sorumluluk o kapılardır tam da!

Ne kadar gördüysek o kadarız. İçimiz söyler ne kadar gördüğümüzü bize...Yanımızdan geçen bir şehir kokusu alır gider güne ait olan bizi, geçmişe serpiştirir. Birazın asla senin olamamış bir müziğin içinde durur sığıntı gibi, birazın okulla ev arasındaki o belirsizliğe çaresizce bakar, cevabını anlamadığın sorulara düşer kaskatı. Geçmişte ne çok hüzünlü ben kalmıştır, bir türlü ulaşamamıştır bir yerlere, baktığı her şey ona uzakta bir rüya olmuş, yüzlerce aynalı, boş bir oda olduğunu saklamıştır hayat...

Beni tamamlayan şeyler parça parça dağılmış zamana...
Bana doğru akan bir nehir yaşamak, yanımdan geçip gider hiçbir yerin içinden. Toplayıp, katar önüne ne varsa, benden, bizden, sizden...
Yanlış ne, doğru ne, durmadan öğretilenler...
Bana durmadan yanlışı doğruyu öğretenler, kim kurdu sizi bu hayata? En olmadık anda çalmanız gerekiyor mu sahiden?...

İçim alkış sesleri arıyor. En sonunda herkes gülecek bana. Herkesi güldürdüğün anların toplamı mıydı yaşamak?
Sahneden aşağıya bakıyorum. Ben bu oyuna hiç prova yapmadan çıktım. Gurur mu, korku mu gelecek ilk önce? Başıma eskiden beri ne geldiyse ben hepsine hazırlıksızdım. Bitirmem gereken işlerden ördüm zamanı. Biten aslında tek bir şey varken..
Üzerinde kavga çıkan bütün parlak renkler güneşin oyuncağı oldu gözümüzün önünde.
Görmezlikten gelmeye daha fazla çalışmak olmalıymış bütün konu...
Sadece ve sadece görmezlikten gelmeyi öğrenmek gerekiyormuş hayatta..Çünkü görmediklerimizde saklıymış maskesi olmayan ben, biz, siz...
Bir ben saklıymış tam da orada, bir ben, biz, siz...




6 Temmuz 2014 Pazar

BİR GİTMEKLE BİR DÖNMEK ARASINDA HAYAT


Işıklardan bir nehir, yaşamak
Coşkulu dalgaları, dingin kuytuları
Rüzgarında başıboş kahkahaları
Yolu yarılamış gece sofralarından düşen anılar,
Kıyılara vurmuş sahipsiz gülmeler
Nehir bilgedir, insanı anlar
Kimse sonuna kadar ne mutlu ne mutsuz
Bırak git artık kendini bir kenara
Yabancıysan hüzne de, acıya da
İnsan kendini tanıdığında yaşar en çok
Mutluluk belki yalnız düne ait bir rüya
Yarın sadece masallarda bir dünya
Kaçırdıkların da sahip oldukların da uzaklaşır
Birlikte kaybolur giderler karanlığa

Gel başına dönelim hayatın
Boyumuzu aşan yaşamalardan kaçmayalım
Daha büyük aşklardan daha yalnız çıkalım
Kimse görmesin bizi, alamadıklarımızdan gittiğimizi
Her yenilgi bir mihenk taşı, akmaktan kurtulan gözyaşı
Kurduğumuz saattir hayatın yalandan provası
Zamansızdır oysa tüm gelişler ve gidişler
Bir gitmekle bir dönmek arasında ne yaşarsan
Ne yaşarsan hayattır adı.







18 Haziran 2014 Çarşamba

ÖLMEK DE BİR PARÇASIDIR YAŞAMANIN


Yaşamak nasıl da gözden kaçmaz bir lekedir
Ressamın tablosunda.
En güzel gün fırçasının ucunda doğmuş,
En güzel yağmur yağmış olmalı
Ve o ölmüş olmalıdır çoktan..
Salonlarca ahkam kesilmelidir arkasından

Şair uyanmalıdır şehrin en erken sabahına, 
Hayatın kestirme yolları ona yasak,
Gökyüzünün tüm yıldızları ketum,
Kendi yolundayken herkesin yolunu
Kendi yıldızlarıyla herkesin gökyüzünü
Işığa boyamalıdır bir an önce.
Ve o da ölmüş olmalıdır çoktan..
Satırlar dolusu boş kalp uğultusu
Aşkın sessizliğinde boğulmalıdır bir an önce...













8 Mayıs 2014 Perşembe

İÇİ DIŞI BİR OLMALI, İNSANIN DA SOKAĞIN DA...



Bir çocuk odası masumiyeti olmalı
Mahallenin sokağında,
Oyuncaklar ortada, yola düşmeden az önce durmuş bir top,
Bisiklet yana devrik, öylece beklemeliler sabahı
Kimse şaşırmamalı gecenin bir vakti de olsa
Yolu düştüğünde,
İçi dışı bir olmalı insanın da, sokağın da...
Çocuk kalbi gibi, açık ve hesapsız...


29 Nisan 2014 Salı

İNSANIN DOĞABOZUMU MEVSİMİ



Betondan hücrelerce yeni hayat masalı döküldü
Sonu çoktan gelmiş bu isimsiz çağın başından aşağı
Yalnızlık, en çok itibar gördüğü anlarını yaşarken
Adı ıslak betonlara kazındı reklam ışıkları altında

Yok olan her şey küçük oyuncaklar olarak yığıldı 
Diz boyu tarihin balçıklı yollarında kendini var edip 
Düze çıkınca yok eden insanın karşısına
İnsan insanı bu defa hiç yapmadığı kadar iyi kandırdı

Evlerce masum mutluluk kül olurken, yandı dünyanın gözleri,
Asırlarca konuşmamalı belki de artık kimse,
Tekrar duyulur olana dek, sevginin sessiz cümleleri.

Yeni akıl yapıtlarının içi boş siluetleri
Kat kat yükselir, duygu duygu iterken insanı yerin altına
Her güne hiç savaşmadan kaybedilen bir savaş daha eklenir
Uğultulara teslim olmuş bugün yine bir şehir daha

Köşelerinde soluksuz bırakılmış mutsuz insanların üzerine basa basa
Koşar adım, kaçar adım birbirine karışır amaçsız hırslar
Bir varken bir yoktur artık  
Kendisinin bile bilmediği bir yolun sonunda

Durup durup yeniden kurar olduk saatleri yaşama sevincine uyanmaya,
Geçip gidiyor kal dediğimiz yerden hayat
Arkasında bıraktığı koskoca bir yalan
Başka bir gerçeğe akıp gidiyor zaman..

Belki de en onurlu yaşayanlar, 
Çağırsak da gelmeyecek olanlardı siyah beyaz resimlerden
Hücrelerce çoğalırken yalnızlık
Kalplerce göç ettik birbirimizden...



14 Nisan 2014 Pazartesi

DENEMELER ve YANILMALAR-"Bir cenaze töreni başlar, bir insanı hiç tanımadığını anlayınca..."


Birbirine sarılmış ağlayanların ve çaresizce sessizliğe bürünmüş öylece duranların içinde biraz mesafeli, kırılgan güvensizlikleri ile bekleyen bir kaç mutsuz kadın..
İçlerinden birisi, hüznün ağırlığında ezilmiş, gelip gelmemekte kararsızken kendini zorlamış gibi. Oysa hikayeyi hızla ileri sarsalar, bir insana veda etmeye gelmenin bazen bir yabancıya hoş geldin demek olduğunu görecekti.
Kendisini saklamayı iyi bilmiş bir adamın bütün yüzleri, kadın suretinde çıkıp gelmişti cenazesine. 

Bir cenaze töreni...Yaşamın hızlandırılmış hali.
Kadınlar adamın değişik ruh halleri...Çocuk yanı, anne özlemi, şehvetli geceleri, güvenli limanı sorgulanmak istemediği..Ve bir dua, kiminin bildiği, kiminin hiç bilmediği bir dilde. Gökyüzüne her baktıklarında bambaşka inanışlara yalvarmış meğer gözleri...
Ve bir çocuk, sadece bir kadının bildiği..Diğer kadınların kat kat açılmış hüzün labirentinde gizlenme sebebi.
Bir şarkı, bir adamın bir çok kadınla ayrı ayrı 'ikili' yarattığında duymak istediği...Şarkı, bilmeden hizmet ettiği kurguda, adamın gizli bahçelerinin fon müziği.
Hayat bilgisi gibi, insan anatomisi gibi, insanın eti, kemiği, kanı, içi, dışı...
Sevmemiş değil, sevilmemiş olmanın sabah güneşi gibi vurması insanın gözüne,
Uykuya doyamamış bir odanın perdesiz yakalanmış havasız havasına.
Gerçeği yaratanlar, gerçeğe bakanlar ve gerçeği anlayanların dünyasında gerçeği yaratan birinin gitmesi...


Hiç tanımamış olduğunu anladığında yakalar ölüm, yakalarından sarsar insanı 
Anlamak istemeyen kalp bir gemi gibi ağır ve hantal, dönüp gidemez,
İki kişiyi öldürmek gerekir şimdi, tanımadığın onu ve tanıyamadığın kendini
Bir cenaze törenidir, bir insanı hiç tanımadığını anlamak...
Hayallerinde kurduğun bahçenin talan edilmesi gibi.
Tekil bencilliğin yapraklarının düşmesi, çıplak gövdesinin kabuk kabuk acıtması kalbini,
Tek kişilik bir masanın çevresinin dolup taşması, sana ait her şeyin elden elde dolaşmasıdır.
Çok hayatta yaşamıştır bir hayata ait olduğu zannedilen...
Masumiyetin beyaz örtüsü üzerinde kirli el izleri gibi.

Hiç tanımamış olduğunu anladığında başlar kalbinin içinde bir ölüm kalım savaşı..

Beklenmedik sonsuz bir hızda, eli yüzü her yeri yabancı topraklara dönüşür yolunu izini bilmediğin,
Kurallar değişmiştir oyunun içinde birden bire, soru soramazsın, cevaplar hepten silip süpürecek varlığını diye...Kendini kaybetmeme telaşına düşersin, kafandaki her şey kaçışırken sağa sola. Tek parça halinde atmak için kendini bir sonraki yarına, alacağı olsun dersin herkesin. Herkes en az herkes kadar masum, herkes kadar hesaplar içinde oysa...
Bir cenaze töreni başlar, bir insanı hiç tanımadığını anlayınca...
Bir cenaze töreni...Yaşamın hızlandırılmış hali.




28 Mart 2014 Cuma

ÖLÜM SON SÖZÜDÜR HAYAT YANILGISININ

Bir yoklukken, onca varlık içinde 
Artık bir varlıktım onca yokluk içinde...

Bekliyorum...Birden nasıl da dibe vurdum diye düşünerek.
Bir odanın içinde gözlerim
Köşede bulduğum siyah beyaz çocukluğuma bakıp, 
Herkese bir gün yaşamak isterim diye anlatıp durduğum
Hiç yaşamadığım o avlusu gölgeli ağaç yüzlü evlerin birinde,
Hiç hissetmediğim kadar mutlu hissetmiştim...
Giderek ağırlaşan adımlarla anıların eski sokaklarına uzanmış, 
Hiç bitmeyecek ve hiç gitmeyecek sandığım ne varsa
Hepsinin bittiği ve herkesin gittiği hikayenin adını bulmuştum...
Başından beri kendini yaşamakla kandırmaktı; ölüm
Ölüm. Ölüm işte!
İşte bu kadardı...

Her nefes biraz suçlu gibi alınır artık kalanlarca, biraz pişman gibi, 
Gülmeyi bekleyene umut vermez gözler, uzaklaşır, biraz kaçar gibi,
Güneş aşıklar için oyalanmaz artık uzak ufukta, batması artık biraz solar gibi...
Düpedüz aşağılık bir niyetin çağrısıyla gelmemişse başa
Düpedüz bilinmez olmanın verdiği güçle gelecektir mutlaka...
Mutlaka gelecektir bir gün
Mutlaka gelecektir ölüm...

Her gün yeniden tanışıp, her gece yeniden vedalaştığım, her harfine yenik düşe düşe adını tekrarladığım, dönüşü olmayan o gitmek işte, 
Gitmelerin en zor ve en yalnız hali...
Sanırım, gördüğümü anladığım kadar
Gitmelerden geriye kalan yavaş yavaş parçalanan ruhlar, yavaş yavaş bütünleştiğinde, kimsenin yeri kimseyle dolmamıştır. 
Olan sadece biraz hayatla yamamaktır boşluğu...
Biraz kafa dağınıklığı, biraz anı kırığı, biraz başkaları, biraz olma olasılığı, biraz olgunluk ümidi, biraz dua, biraz aklın yolu...
Her acı nöbetinde yeni bir oyuncak balyasını çözüp yaşama katmak...
Çabuk alışıyor insan acının alışkanlığına ilk zamanlar
Güneş gibi yaklaştıkça ısıtıyor mu yakıyor mu, farketmiyor acının rüzgarı varken.

İnsan olmak, istisna olamamaktır. 
En çaresiz anı, ölme anı, insan olmaya en çok yaklaştığı andır
Uzak zamanın elinde bir kuru çiçek gibi kalır yaşam,
Geçmiş öyle ağır çeker ki, iki adımda tükenir kim olsa, taşımaktan.
Ne çok korkmakmış bu, yollar boyunca yürürken yaşanmadık yer, basmadık yer bırakmaktan
İnsan olmak, istisna olamamaktır. 
Ölüm, sen gelene kadar yoksunduk biz yoksunluktan...











21 Ocak 2014 Salı

HIZLI GÖLGELER GEÇERKEN

                                                            (Resim: "RAIN CITY"; Leonid AFREMOV)

Soluk aldığımız hava bozdu, sağanak ve dik başlı
Yağmur altında koşarken, şehrin saçak altları bezgin,
Zoraki bir ışık tutuşturmuş biri elime,
Sağa sola savrulurken karıştı birbirine ışık, gölge

Ağır çekim sevinçlerden,
Hüznün hızlı trenlerine bindi hayat
Açılan kapılardan akan hayallerden geçti yalınayak,
Gerçeklerin gri betonuna kaldırdı başını
Çekip gitme vakti gelmişti daha ne olduğunu anlamadan
İlk hali gibiydi giderken, bir öpücük gönderdi,
Yıldızları hala sadıktı gökyüzüne
Bazı şeyler öylece bilinirdi,
Her ruh karanlığa bir anlık çare.

Korkutuyor merakın geleceğe açılmış gözleri
Bitiyor diye bağırıyor karanlığın içine telaşla
Arkasından bakıyor özlediklerim ve vazgeçtiklerim
Ah hem unutsalardı beni, hem de tanısalardı ilk bakışta...

2 Ocak 2014 Perşembe

An be An Zamana Emanet




Zaman sarartır her resmi,

İçinde olduğun ve olmadığın,

Gerçeklerinden kalan ya da düşlerinde boyadığın…



Kır dallarını bağlılıkların, 

Sözlerin, beklentilerin, u
mutların,

Mutsuzluk kolay yayılır daldan dala,

Kuşlar gelmez peşinden, bilmedikleri sabahlara. 


Kim bilir daha kaçımız bırakıp içindeki çocuğu

Ağlamaklı yüzüyle toprak bir yolda,

Savrulup gideceğiz son resimlerimizden çıkıp, 


Bizim olmayan uzaklara...

15 Aralık 2013 Pazar

DENEMELER ve YANILMALAR-Aslında Her Şey Benim Yüzümden


Aslında her şey benim yüzümden.
Biraz daha şehirli olsaydım, duygularım ilaçlı,
Kelimelerim budanmış ağaçlar

Sabah olmadan gizli bir elin söndürdüğü
Yeni kesilmiş çimlerde lamba ışığı tutkular

İnanıp değer verdiğim her şey
Arkamı döner dönmez eriyip gidince
Kendime yeni yollar bulmayı yasaklamayıp 
Yalnızlığın üzerini yalnızlıkla boyamamış olsaydım
Biraz daha şehirli olsaydım...

Kulaklarımı sağır ediyor konuşulmayanlar
Pazarlık ederken buluyorum kendimi her gün, gelecekle
Çok sevmek durmalıdır sevmemeye geçmeden önce
Tüm yüzünü dokunarak bulduğum, hayallerimin ülkesinde
Biraz daha şehirli olsaydım
Başlamadan bitmiş aşklar mezarlığında
Yeni başlangıçlar arar,  en kolay kendime kanardım.


11 Aralık 2013 Çarşamba

RAKAMLAR / NUMBERS


Bilinmezlik denizi içinde körler ve sağırlar,
Mahkumların küçük kürekleri rakamlar,
Çaresizlik ve umudun toplamı, alınan yol
Hayat hayallerden az olursa neye yarar...

Aşksız bir boşlukta dönen dünya,
Sayısız sevgi yalanıyla beslerken insanı
İnsanla beslenip ölen dünya.
Kürekleri rakamlardan mahkumlar
Gidemedikleri yollardan dönemeyen
Anlayabildikleri hiçbir şeyin içinde
Bir hiçlikten bir hiçliğe dönen dünya.

***
Blinds and deafs in the sea of the unknown
Prisoners with their little rows of numbers,
The sum of despair and hope makes the road taken
What is the good of it, when life is less than dreams?

World revolves in a loveless emptiness

Feeds the human with numerous lies of affection
World, dies as it gets fed by human
Prisoners with their rows of numbers,
Whom shall not return from the paths yet not beaten
Inside of nothing they can comprehend
World, from one nothingness to another it revolves



sevmek korkusu*

" Dünya alabildiğine doludur. Dünyada bakışları birbirine benzeyen birçok insanlar, deniz kenarında yıkanır; dağların üstünde buzlar iç...