15 Aralık 2014 Pazartesi

GİTMEYE DAİR...




Uyandığında gitmiştim,
Yokluğumu gözünde büyütmeni umarak
Sessiz şikayetler bırakmıştım sessiz bitişe göre
Kapatmıştım kapını uykunun masum yüzüne

Üzerimde kırık dökük bir bitirme kararı
Gittikçe ağırlaşıyor seni sen yaptığım her şey
İçimden dışıma adımlıyorum
Bildikçe bilinmez olmuş dünyayı
Sıkış tepiş aklım yine bir kaç adım önde
Yürüyoruz

Çok uzun sürmüştü seni yaratmam içimde
Şimdi yaptıklarımı bozmam gerek ellerimle
Şiire kolay duygular, dile kolay zaman içinde
Kendimi kandıracak hikayelerde
Sen'le donattığım hayatı silmem gerek haritadan
Kalır mı bilmem bana başımı sokacak bir yer
Düşünüyorum

Gece yağmur yağmış toprağa, duymamışım
Her şey canlı olma derdinde, ben bütün kalma
'Hayat bu geçer' iyimserliği eskisinden de uzakta
Ayrılık ayrıldıktan çok sonra başlarmış anladım
Kalp kırıldıktan çok sonra küsermiş hayata
Hep böyle düşmüş onların da payına
Herkes aynı anda konuşurken içimde
Susuyorum

Kafam; 'demişlerdi de inanmamıştım' korosu
Zirvesi fırtınalı olmadan olmaz insan arzusu
Kendini tüketir pencerede baharı beklemek
Sana dair her şey çıkınca kalan
Yalancının mumu gibi yanan kendimi sevmek
Aynalara konuşan boş yüzlere
Kaç yolu varsa söylemenin, ben hepsini denedim...
Olmuyor..


11 Kasım 2014 Salı

NASILSIN?

Bilmediğimde cevabı, beklerdim
Sorsaydı birisi, ben susup kalsaydım, 
Özlediğim tüm cevaplar içimde sabırsız
İyi olsam senin nasılsın'ların koşar gelirdi  
Kötüysem görünmezdi  merakın
Nasıldım? Kimse sormadı
Sorulmasını çok istediğim anların hiç birinde 
Dün biliyordum, bugün çıkıp gitmişim kendimden
Kalbimi matkapla deliyordum son gördüğümde


Nasılsın?
Düş gibi. Dünya'ya düşmüş kırılmıştım
Başıma tüm kötü şeyler üşüşmüştü
Kendime gelip kendimden sıkılmış,
Yürümeyi unutmuş, uyuşmuş gibiydim
'İyiyim'ler gibi soğuk, yalnız, kelime ziyanı
Her biri ayrı pişmanlık duraksama anı
Kim iyi olmuş ki, ben olacaktım
Senin nasılsın'ların ve benim 'kötüyüm'lerim
Buluşamadığı için olmadı mı tüm bunlar
İnişli, çıkışlı duyguların mesafeli selamı
Kullandım bazen, bazen beni kullandılar

Nasılsın? Nasıl mıydım?
Hangi soruya bu kadar hasret kalınır ki?
Kendi ipime dolanmış,
Hayatı çözmekten ibaret sanmıştım
Düğüm olmuştu özlediklerimle aram
Sessizliğin eteklerine kaçıp yerleşmiştim
Duygularımın hepsi hata kutusuna atılmış
Hatırlamamayı başarmış,unutmakta çuvallamıştım
Nasılım? Sana göründüğüm kadarım
Gücüm zorla çekip alınmış da istifim bozulmamş gibi
Bir an seçilmiş bir an unutulmuşların ahlarında
Kulaklarım sağır olmuş gibi
Kırılmış kalplerin hayaleti her yerde
Üzerime bulaşıyor karanlık gölgeler
Çok derinlerindeyim insan kusurlarının

Nasıldı? Nasıl bilirdiniz?
Son anında bile o büyük 'iyi' yalanı
Öyle bilmişlermiş, iyi de neyse
Dünyanın sahte sahnesi büyüttü bizi
Kendi suyuna karıştı gittiğinde iyi ya da kötü birisi
Mezar taşlarının görünmez ortak yazısı;
"Nasıldı?" Ne soruydu, ne de cevap bekliyordu aslında
İyiydi işte, hangimiz iyi değil ki?





28 Eylül 2014 Pazar

ENNIO MORRICONE






Bir müzisyenin dünyasında uzun süre kalacağımı, daha en başında yaşadığım 'aşinalık' duygusundan anlarım ve ardından mutlaka 'yoğun sevgi' duygusu gelir... O aşinalık duygusunu yaratan; nasıl formüle edildiğini asla anlayamayacağım şekilde, kalbimizi saran her bestede hissettiğimiz, hayati duygularımızın üzerinde hakimiyet kuran mucizevi kurgudur. Yaşama sevinci, aidiyet duygusu, özlem duygusu, aşk, kendimizden sakladıklarımız, hüznünde kaybolduğumuz yoğunlaşmalar, insanın ihtiyaç duyabileceği ve bağlanması için yeterli olan her şey bu özel bestelerin oyun alanı olur...
İyi müzik; zamanın koyduğu bütün engelleri kaldırır, her duygu ulaşılabilir yakınlıktadır. 
İyi müzik;hayatı yaşamaya değer kılan büyük bir aşktır.


♫♫♫

‘To me his music is just absolutely inspirational, corny as that may sound. He has taken so many risks, and his music is not polished whatsoever. It’s very rude and blatant. All of a sudden a Mexican horn will come blasting through and just take over the melody. It’s just so raw, really raw, and it feels real, unpolished. You hear mistakes in it, and that’s just great — if they are mistakes. Who knows? There’s so much character in it, and I appreciate that in such a polished world of soundtracks.’ – James Hetfield. // "Klişe gibi gelebilir fakat bana göre onun müziği tamamıyla ilham verici. Çok fazla risk almıştır ve müziği cilalanmamış, ham ve açıktır. Bir anda bir Meksika borusu sesi patlar ve melodiye hakim olur. Çok fazlaca 'işlenmemiştir' ve gerçek bir hissi vardır, cilasızdır. Hatalar da duyarsınız ve bu harikadır. Eğer hatalar varsa...Kim bilir? İçinde çok fazla karakter var ve film müziklerinin cilalandığı dünyada buna saygı duyuyorum." James Hetfield-Metallica

♫♫♫

Bu öyle bir müzik ki, dünyaya her nereden geldiysem sanki oraya aitmiş gibi...
Kutsal bir misyonu var müzisyenlerin, hiç bir sanatçı sanatını bir misyon bilinciyle yapmıyor olsa da. Tanrının varlığını sıradan insanlara hissettirmek ve insanın kendisine ait farkına varamadığı duyguları tanımalarını sağlamak gibi. Ve her sanat dalının da, insanların hücrelerine kadar ulaşabilen üretimlerin yapıldığı şanslı dönemleri var elbette. Parlak yıldızların bir araya gelmesi için tüm evren yardım eder neredeyse. Her şey bir doğuma hazırdır. Ve her şey tasarlandığı gibi olur...
Gerçek müzisyenler müziğin insanın kalbine dolaysız olarak ulaştığı yolu açar. Bu kutsal bir yoldur. İzleyeni/dinleyeni ile en sağlam gönül bağı kurabilen sanattır müzik. Bu bağ, bağlılık ve bağımlılığa dönüşen doğal ilerleyişinde zamanı ve mekanı yok sayar. Büyülü bir köprü kurulur ve notalar besteciden dinleyenin kalbine doğru akar...
  

  "The best film music is the music that you can hear." // "En iyi film müziği (filmi izlerken) duyulabilen müziktir." E.Morricone
Bir Zamanlar Amerika'da filminin en etkileyici sahnelerinden birisi...

♫♫♫

Bazı ruhlar içlerinde müzikle dünyaya gönderiliyorlar...
Bir besteci bana bu kadar yakın, dostluk hissi uyandıran bu müzikleri nasıl yazdı? Dünyaya karşı hissettiğim yabancılığın keskin köşeleri kırıldı her nota vuruşuyla. Dünya daha tanıdık, daha dayanılabilir oldu bu yolculukta... Notaların içinde kendinden geçen ruhum her defasında şöyle sesleniyor ona, "Bana ne yaptığını biliyorum ama bunu kelimelerle anlatmam mümkün değil!"...
Kalbim onda öyle çok şey buldu ki, sanki büyülü bir şehir keşfetmiştim. Hem her köşesi yeniydi hem de benim. Ben onu sevdikçe sanki o da beni sevdi...


Çok sayıda bestesi, çok kalpte izi var Ennio Morricone'nin.. Belki dört nesil boyunca üretmiş bir deha.. Hayatı boyunca başarılı besteler yapmış bir besteciyi ancak 85 yaşına geldiğinde tanımanın şanssızlık olduğunu düşünmüyorum çünkü tüm ölümsüz sanatçılar gibi onun da yarattığı eserler ya 'zamansız', ya da ait oldukları zamanı hissettirirken, dinleyeni bunun dışında bırakmıyor, aksine kucaklayıp içine çekiyor. Bir sanatçının eserleri içindeki 'zamanı' sevmek sıcak, bağlayıcı bir duygu. 

Sevdiği sanatçıların 'söz'lerine kulak vermeli insan...Dinlediğimiz müzik, okuduğumuz kitap, gördüğümüz resim...Tesadüfen çıkmazlar karşımıza.

"The evocative nature of his work dramatically enhances the visual image and resonates in our deepest emotions."– Renee Fleming. // "Yaptığı işin çağrışımlar yapan doğası insanın görsel imaj kapasitesini dramatik bir şekilde artırır ve en derin duygularımızda yankılanır." Renee Fleming


Bazen Tanrı dünyaya bir "rüya takım" gönderir...
Yünetmen Sergio Leone (sağ) ve Ennio Morricone (sol)


Ennio Morricone müziği ile tanıştığımdan beri film izlerken, müzikler çok daha fazla dikkatimi çekiyor. Müziğin film karelerini nasıl bağladığını, görselliğin içindeki boşluklarda duyguları izleyene nasıl anlattığını, yaşamdaki tüm detayların ses'lerle nasıl ifade edilebildiğini görmek.... İnsan bir ustalıkla tanıştığında ruhunda bir ince detay daha yontuluyor.
"Seyircinin verdiği tepkileri o müzikle veriyor" John Boorman, BBC Morricone belgeseli..


Tanınmasında büyük payı olan Western'ler içinde "Bir Zamanlar Batıda" filmi bu türle aramda hep var olan mesafeyi eritti...Her sahnenin ışığı ve müziği ayrı bir tasarım harikasıydı bana göre...
Ayrıca 'western'lerde hakim bir 'erkek dünyası' vardır ya, o duygu müzikal olarak nasıl tanımlanabilir ancak bu filmde bu kadar net görülebilir diye düşünüyorum.
Zamanının ve şartların ona müziği için özgür ve kısıtlanmamış bir ortam sunduğu anlaşılıyor... Deneysel yaklaşımları eleştirilmemiş, yönlendirmeye çalışılmamış gibi...Yönetmen Sergio Leone ve Ennio Morricone'yi anlamış tüm diğer yönetmenler, onunla bir 'rüya takım' olmuş...

Her "endüstrileşme'nin" insanı karşısına alıp, bir duygusunun işine son verdiği bir çağın şahitleri olarak dünyadaki gözlemlerimiz, duygusal deneyimlerimiz, Morricone'nin müzik penceresinden bakınca büyüleyici bir netliğe, zenginliğe kavuşuyor. İçinde yaşamaya değer bir dünya onunki, dost gibi özletiyor kendisini uzak kalınca.

"He doesn’t have a piano in his studio. I always thought that with composers, you sit at the piano, and you try to find the melody. There’s no such thing with him. He hears a melody, and he writes it down. He hears the orchestration completely done." / "Stüdyosunda piyano yok. Tüm kompozitörlerin piyano karşısına oturup melodi aradığını düşünmüşümdür. Fakat bu onun için geçerli değil. Melodiyi kafasının içinde duyuyor ve yazıyor. Orkestrasyonu da kafasında tamamlıyor." – Barry Levinson.

Bir deha ile tanışınca onun gündelik hayata dair her hareketinde bir farklılık görmek gibi bir beklentiye giriyor insan...Herkesin yaptığını yapmayan bir insandan daha ilgi çekici kimse olamaz çünkü...

Orkestrayı mı yönetiyor yoksa duyguları mı? Ennio Morricone elinde batonu ile şüphesiz insana ait tüm duyguları yönetiyor. 

"He is someone with two identities. One is the composer of contemporary music, and the other is this composer of big epics, this popular music for movies. All his life he has been trying to nourish one identity with the other one, and it is as if the two voices were enriching each other. He has a great capacity of harmonizing in himself.’ – Bernado Bertolucci. // "İki kimliği olan birisi o. İlki çağdaş müzik bestecisi kimliği, diğeri büyük destanların, popüler film müziklerinin bestecisi kimliği. Tüm yaşamı; bir kimliği diğer kimlikle beslemeye çalışmakla geçti, bu sanki iki sesin birbirini zenginleştirmesi gibiydi. Uyum sağlama konusunda büyük bir kapasiteye sahipti. " Bernardo Bertolucci


Gel-gitler yaşatıyor içimde bu kadar çözülmüş olmak. Anlatamadığım duyguların hepsini müzik yapmış büyük usta. Birbirimize fısıldıyoruz bize ait sırları. Bu büyük bir sırdaşlık, müzikle sır paylaşmak sonsuza giden bir yol arkadaşlığı. 
Yol arkadaşlığımızın başındayız Büyük Maestro ile...Yolculuk ben olmadan geçmiş bir zamanın içinde kendimi bulmamla başladı, içinde benim olmadığım anıları bana bıraktı...Bu basit bir sevme duygusu değil, bu dünyanın görünen sevmelerinden değil...Bunun ne olduğunu; bilmediğim kelimelerden kurduğum cümlelerle anlatabilirim ancak..

Bilmem anlatabildim mi?



20 Ağustos 2014 Çarşamba

YAŞAMIŞ OL



Takıl git bir gün bir delinin peşine,
Günlerin bıraktığı solgun izlerden değil,
Yeni acılar ve mutluluklardan yürü
Teslim et kimsenin yapamadıklarına kendini
Bin yıllardır uzaklara bakan heykellere dök içini
Güneşi doğduğu yerden al, battığı yere bırak
Gözlerin ufuk çizgisine kadar demir atsın
Sırtında gecenin çiğ ürpertisi
Yüzüne hayal ettiklerinin rüzgarı çarpsın
Senden istenenleri koy bir kenara
Ağırdır yükü beklentilerin, nasılsa karşılayamazsın

Biraz daha yaklaş dünyaya
Fotoğrafını çek bulutların oyun hallerinde
Dönmemek üzere geçip gidecek her biçim
Güzel bir şiir yaz en az bir kere
Kalbin çarparak uyan bir rüyadan,
İyi bir müziğin olsun asla bıkmadığın
Toprağa düşen yağmuru ol hayatının
Her nefesinde taze bir başlangıç kokusu
Yolunu kaybet bazen bile bile
Kalbine yeni yollar aç duyguların rehber olsun
Yaşayamadıkların kalmasın eksik hanende
Hepsini yaşamış ol..




19 Ağustos 2014 Salı

VEDA


Duvarlarına yalnızlık vurmuş bir odadan, batan güneşin geçtiği bir saate yakıştırdım vedayı.
Hep hayal ettiğim bir kırmızısı vardı ışığın, anılar için sıcak bir yuva.
Bir dolu sözcük gelmiş geçmişti içimden o güne kadar, 
Artık kimse yoktu yüzümü güldüren ya da birlikte gülmek istediğim
Ve en sonunda solgun renklerin sırası gelmiş, usulca almışlardı yerlerini.
Anlamıştım gitme vaktinin geldiğini...



                                          Leonid Afremov-FAREWELL

8 Ağustos 2014 Cuma

Bir Ben Var....Mı Benden İçeride?


Sesler, kelimeler, mevsimlerce süren insan halleri...
Bana doğru akan bir nehir yaşamak. Suyun yolunu bulduğu gibi buluyor içimde bir yerleri.
Dokundukça fark ediyorum bir kalbim, tenim, yüzüm olduğunu.
Ve vicdanım...
Yaşamak bana dokundukça yeni hatıralar birikiyor kıyıda, köşede. İstenenler veya istenmeyenler..Kıyı, köşe cennet oluyor, cehennem oluyor, yangın yeri, sel yatağı, gül yatağı oluyor. Dünya bir an başıma yıkılıyor, bir an beni başının üstünde taşıyor...İçim inşaat alanı gibi, üst üste koyuyorum yan yana koyuyorum. Köprüleri, yolları, gökdelenleri..
Yumruklarımı sıkıyorum, içimdeki bana sözüm geçmiyor. Kendi kazandıklarımı cömertçe harcıyor bir başka kendim. Ve ben bunun böyle olduğunu bir gün aniden kendi kendime itiraf ederken anlıyorum. Kendim küsüyor bir süre bana. Süslü cümleler kuruyorum, yetmiyor...Kuruyor, yetmiyorum...
Bana doğru akıyor nehir, yaşamak akıyor bana, o yaşatıyor, ben yaşıyorum.


Hayır, bütün mesele olmak ya da olmamak değildi! Duymak ya da duymamaktı!
Bütün mesele; sormak ya da sormamaktı!, Bulmak ya da bulmamaktı!
İstemeyi bilmek ya da bilmemekti!
Açın kapıları! ne çok sevdiniz kilitleri!
Açın kapıları! Açmasanız da dizinin dibinde oturun kapıların. Sorumluluk o kapılardır tam da!

Ne kadar gördüysek o kadarız. İçimiz söyler ne kadar gördüğümüzü bize...Yanımızdan geçen bir şehir kokusu alır gider güne ait olan bizi, geçmişe serpiştirir. Birazın asla senin olamamış bir müziğin içinde durur sığıntı gibi, birazın okulla ev arasındaki o belirsizliğe çaresizce bakar, cevabını anlamadığın sorulara düşer kaskatı. Geçmişte ne çok hüzünlü ben kalmıştır, bir türlü ulaşamamıştır bir yerlere, baktığı her şey ona uzakta bir rüya olmuş, yüzlerce aynalı, boş bir oda olduğunu saklamıştır hayat...

Beni tamamlayan şeyler parça parça dağılmış zamana...
Bana doğru akan bir nehir yaşamak, yanımdan geçip gider hiçbir yerin içinden. Toplayıp, katar önüne ne varsa, benden, bizden, sizden...
Yanlış ne, doğru ne, durmadan öğretilenler...
Bana durmadan yanlışı doğruyu öğretenler, kim kurdu sizi bu hayata? En olmadık anda çalmanız gerekiyor mu sahiden?...

İçim alkış sesleri arıyor. En sonunda herkes gülecek bana. Herkesi güldürdüğün anların toplamı mıydı yaşamak?
Sahneden aşağıya bakıyorum. Ben bu oyuna hiç prova yapmadan çıktım. Gurur mu, korku mu gelecek ilk önce? Başıma eskiden beri ne geldiyse ben hepsine hazırlıksızdım. Bitirmem gereken işlerden ördüm zamanı. Biten aslında tek bir şey varken..
Üzerinde kavga çıkan bütün parlak renkler güneşin oyuncağı oldu gözümüzün önünde.
Görmezlikten gelmeye daha fazla çalışmak olmalıymış bütün konu...
Sadece ve sadece görmezlikten gelmeyi öğrenmek gerekiyormuş hayatta..Çünkü görmediklerimizde saklıymış maskesi olmayan ben, biz, siz...
Bir ben saklıymış tam da orada, bir ben, biz, siz...




6 Temmuz 2014 Pazar

BİR GİTMEKLE BİR DÖNMEK ARASINDA HAYAT


Işıklardan bir nehir, yaşamak
Coşkulu dalgaları, dingin kuytuları
Rüzgarında başıboş kahkahaları
Yolu yarılamış gece sofralarından düşen anılar,
Kıyılara vurmuş sahipsiz gülmeler
Nehir bilgedir, insanı anlar
Kimse sonuna kadar ne mutlu ne mutsuz
Bırak git artık kendini bir kenara
Yabancıysan hüzne de, acıya da
İnsan kendini tanıdığında yaşar en çok
Mutluluk belki yalnız düne ait bir rüya
Yarın sadece masallarda bir dünya
Kaçırdıkların da sahip oldukların da uzaklaşır
Birlikte kaybolur giderler karanlığa

Gel başına dönelim hayatın
Boyumuzu aşan yaşamalardan kaçmayalım
Daha büyük aşklardan daha yalnız çıkalım
Kimse görmesin bizi, alamadıklarımızdan gittiğimizi
Her yenilgi bir mihenk taşı, akmaktan kurtulan gözyaşı
Kurduğumuz saattir hayatın yalandan provası
Zamansızdır oysa tüm gelişler ve gidişler
Bir gitmekle bir dönmek arasında ne yaşarsan
Ne yaşarsan hayattır adı.







18 Haziran 2014 Çarşamba

ÖLMEK DE BİR PARÇASIDIR YAŞAMANIN


Yaşamak nasıl da gözden kaçmaz bir lekedir
Ressamın tablosunda.
En güzel gün fırçasının ucunda doğmuş,
En güzel yağmur yağmış olmalı
Ve o ölmüş olmalıdır çoktan..
Salonlarca ahkam kesilmelidir arkasından

Şair uyanmalıdır şehrin en erken sabahına, 
Hayatın kestirme yolları ona yasak,
Gökyüzünün tüm yıldızları ketum,
Kendi yolundayken herkesin yolunu
Kendi yıldızlarıyla herkesin gökyüzünü
Işığa boyamalıdır bir an önce.
Ve o da ölmüş olmalıdır çoktan..
Satırlar dolusu boş kalp uğultusu
Aşkın sessizliğinde boğulmalıdır bir an önce...













8 Mayıs 2014 Perşembe

İÇİ DIŞI BİR OLMALI, İNSANIN DA SOKAĞIN DA...



Bir çocuk odası masumiyeti olmalı
Mahallenin sokağında,
Oyuncaklar ortada, yola düşmeden az önce durmuş bir top,
Bisiklet yana devrik, öylece beklemeliler sabahı
Kimse şaşırmamalı gecenin bir vakti de olsa
Yolu düştüğünde,
İçi dışı bir olmalı insanın da, sokağın da...
Çocuk kalbi gibi, açık ve hesapsız...


29 Nisan 2014 Salı

İNSANIN DOĞABOZUMU MEVSİMİ



Betondan hücrelerce yeni hayat masalı döküldü
Sonu çoktan gelmiş bu isimsiz çağın başından aşağı
Yalnızlık, en çok itibar gördüğü anlarını yaşarken
Adı ıslak betonlara kazındı reklam ışıkları altında

Yok olan her şey küçük oyuncaklar olarak yığıldı 
Diz boyu tarihin balçıklı yollarında kendini var edip 
Düze çıkınca yok eden insanın karşısına
İnsan insanı bu defa hiç yapmadığı kadar iyi kandırdı

Evlerce masum mutluluk kül olurken, yandı dünyanın gözleri,
Asırlarca konuşmamalı belki de artık kimse,
Tekrar duyulur olana dek, sevginin sessiz cümleleri.

Yeni akıl yapıtlarının içi boş siluetleri
Kat kat yükselir, duygu duygu iterken insanı yerin altına
Her güne hiç savaşmadan kaybedilen bir savaş daha eklenir
Uğultulara teslim olmuş bugün yine bir şehir daha

Köşelerinde soluksuz bırakılmış mutsuz insanların üzerine basa basa
Koşar adım, kaçar adım birbirine karışır amaçsız hırslar
Bir varken bir yoktur artık  
Kendisinin bile bilmediği bir yolun sonunda

Durup durup yeniden kurar olduk saatleri yaşama sevincine uyanmaya,
Geçip gidiyor kal dediğimiz yerden hayat
Arkasında bıraktığı koskoca bir yalan
Başka bir gerçeğe akıp gidiyor zaman..

Belki de en onurlu yaşayanlar, 
Çağırsak da gelmeyecek olanlardı siyah beyaz resimlerden
Hücrelerce çoğalırken yalnızlık
Kalplerce göç ettik birbirimizden...



14 Nisan 2014 Pazartesi

DENEMELER ve YANILMALAR-"Bir cenaze töreni başlar, bir insanı hiç tanımadığını anlayınca..."


Birbirine sarılmış ağlayanların ve çaresizce sessizliğe bürünmüş öylece duranların içinde biraz mesafeli, kırılgan güvensizlikleri ile bekleyen bir kaç mutsuz kadın..
İçlerinden birisi, hüznün ağırlığında ezilmiş, gelip gelmemekte kararsızken kendini zorlamış gibi. Oysa hikayeyi hızla ileri sarsalar, bir insana veda etmeye gelmenin bazen bir yabancıya hoş geldin demek olduğunu görecekti.
Kendisini saklamayı iyi bilmiş bir adamın bütün yüzleri, kadın suretinde çıkıp gelmişti cenazesine. 

Bir cenaze töreni...Yaşamın hızlandırılmış hali.
Kadınlar adamın değişik ruh halleri...Çocuk yanı, anne özlemi, şehvetli geceleri, güvenli limanı sorgulanmak istemediği..Ve bir dua, kiminin bildiği, kiminin hiç bilmediği bir dilde. Gökyüzüne her baktıklarında bambaşka inanışlara yalvarmış meğer gözleri...
Ve bir çocuk, sadece bir kadının bildiği..Diğer kadınların kat kat açılmış hüzün labirentinde gizlenme sebebi.
Bir şarkı, bir adamın bir çok kadınla ayrı ayrı 'ikili' yarattığında duymak istediği...Şarkı, bilmeden hizmet ettiği kurguda, adamın gizli bahçelerinin fon müziği.
Hayat bilgisi gibi, insan anatomisi gibi, insanın eti, kemiği, kanı, içi, dışı...
Sevmemiş değil, sevilmemiş olmanın sabah güneşi gibi vurması insanın gözüne,
Uykuya doyamamış bir odanın perdesiz yakalanmış havasız havasına.
Gerçeği yaratanlar, gerçeğe bakanlar ve gerçeği anlayanların dünyasında gerçeği yaratan birinin gitmesi...


Hiç tanımamış olduğunu anladığında yakalar ölüm, yakalarından sarsar insanı 
Anlamak istemeyen kalp bir gemi gibi ağır ve hantal, dönüp gidemez,
İki kişiyi öldürmek gerekir şimdi, tanımadığın onu ve tanıyamadığın kendini
Bir cenaze törenidir, bir insanı hiç tanımadığını anlamak...
Hayallerinde kurduğun bahçenin talan edilmesi gibi.
Tekil bencilliğin yapraklarının düşmesi, çıplak gövdesinin kabuk kabuk acıtması kalbini,
Tek kişilik bir masanın çevresinin dolup taşması, sana ait her şeyin elden elde dolaşmasıdır.
Çok hayatta yaşamıştır bir hayata ait olduğu zannedilen...
Masumiyetin beyaz örtüsü üzerinde kirli el izleri gibi.

Hiç tanımamış olduğunu anladığında başlar kalbinin içinde bir ölüm kalım savaşı..

Beklenmedik sonsuz bir hızda, eli yüzü her yeri yabancı topraklara dönüşür yolunu izini bilmediğin,
Kurallar değişmiştir oyunun içinde birden bire, soru soramazsın, cevaplar hepten silip süpürecek varlığını diye...Kendini kaybetmeme telaşına düşersin, kafandaki her şey kaçışırken sağa sola. Tek parça halinde atmak için kendini bir sonraki yarına, alacağı olsun dersin herkesin. Herkes en az herkes kadar masum, herkes kadar hesaplar içinde oysa...
Bir cenaze töreni başlar, bir insanı hiç tanımadığını anlayınca...
Bir cenaze töreni...Yaşamın hızlandırılmış hali.




28 Mart 2014 Cuma

ÖLÜM SON SÖZÜDÜR HAYAT YANILGISININ

Bir yoklukken, onca varlık içinde 
Artık bir varlıktım onca yokluk içinde...

Bekliyorum...Birden nasıl da dibe vurdum diye düşünerek.
Bir odanın içinde gözlerim
Köşede bulduğum siyah beyaz çocukluğuma bakıp, 
Herkese bir gün yaşamak isterim diye anlatıp durduğum
Hiç yaşamadığım o avlusu gölgeli ağaç yüzlü evlerin birinde,
Hiç hissetmediğim kadar mutlu hissetmiştim...
Giderek ağırlaşan adımlarla anıların eski sokaklarına uzanmış, 
Hiç bitmeyecek ve hiç gitmeyecek sandığım ne varsa
Hepsinin bittiği ve herkesin gittiği hikayenin adını bulmuştum...
Başından beri kendini yaşamakla kandırmaktı; ölüm
Ölüm. Ölüm işte!
İşte bu kadardı...

Her nefes biraz suçlu gibi alınır artık kalanlarca, biraz pişman gibi, 
Gülmeyi bekleyene umut vermez gözler, uzaklaşır, biraz kaçar gibi,
Güneş aşıklar için oyalanmaz artık uzak ufukta, batması artık biraz solar gibi...
Düpedüz aşağılık bir niyetin çağrısıyla gelmemişse başa
Düpedüz bilinmez olmanın verdiği güçle gelecektir mutlaka...
Mutlaka gelecektir bir gün
Mutlaka gelecektir ölüm...

Her gün yeniden tanışıp, her gece yeniden vedalaştığım, her harfine yenik düşe düşe adını tekrarladığım, dönüşü olmayan o gitmek işte, 
Gitmelerin en zor ve en yalnız hali...
Sanırım, gördüğümü anladığım kadar
Gitmelerden geriye kalan yavaş yavaş parçalanan ruhlar, yavaş yavaş bütünleştiğinde, kimsenin yeri kimseyle dolmamıştır. 
Olan sadece biraz hayatla yamamaktır boşluğu...
Biraz kafa dağınıklığı, biraz anı kırığı, biraz başkaları, biraz olma olasılığı, biraz olgunluk ümidi, biraz dua, biraz aklın yolu...
Her acı nöbetinde yeni bir oyuncak balyasını çözüp yaşama katmak...
Çabuk alışıyor insan acının alışkanlığına ilk zamanlar
Güneş gibi yaklaştıkça ısıtıyor mu yakıyor mu, farketmiyor acının rüzgarı varken.

İnsan olmak, istisna olamamaktır. 
En çaresiz anı, ölme anı, insan olmaya en çok yaklaştığı andır
Uzak zamanın elinde bir kuru çiçek gibi kalır yaşam,
Geçmiş öyle ağır çeker ki, iki adımda tükenir kim olsa, taşımaktan.
Ne çok korkmakmış bu, yollar boyunca yürürken yaşanmadık yer, basmadık yer bırakmaktan
İnsan olmak, istisna olamamaktır. 
Ölüm, sen gelene kadar yoksunduk biz yoksunluktan...











21 Ocak 2014 Salı

HIZLI GÖLGELER GEÇERKEN

                                                            (Resim: "RAIN CITY"; Leonid AFREMOV)

Soluk aldığımız hava bozdu, sağanak ve dik başlı
Yağmur altında koşarken, şehrin saçak altları bezgin,
Zoraki bir ışık tutuşturmuş biri elime,
Sağa sola savrulurken karıştı birbirine ışık, gölge

Ağır çekim sevinçlerden,
Hüznün hızlı trenlerine bindi hayat
Açılan kapılardan akan hayallerden geçti yalınayak,
Gerçeklerin gri betonuna kaldırdı başını
Çekip gitme vakti gelmişti daha ne olduğunu anlamadan
İlk hali gibiydi giderken, bir öpücük gönderdi,
Yıldızları hala sadıktı gökyüzüne
Bazı şeyler öylece bilinirdi,
Her ruh karanlığa bir anlık çare.

Korkutuyor merakın geleceğe açılmış gözleri
Bitiyor diye bağırıyor karanlığın içine telaşla
Arkasından bakıyor özlediklerim ve vazgeçtiklerim
Ah hem unutsalardı beni, hem de tanısalardı ilk bakışta...

2 Ocak 2014 Perşembe

An be An Zamana Emanet




Zaman sarartır her resmi,

İçinde olduğun ve olmadığın,

Gerçeklerinden kalan ya da düşlerinde boyadığın…



Kır dallarını bağlılıkların, 

Sözlerin, beklentilerin, u
mutların,

Mutsuzluk kolay yayılır daldan dala,

Kuşlar gelmez peşinden, bilmedikleri sabahlara. 


Kim bilir daha kaçımız bırakıp içindeki çocuğu

Ağlamaklı yüzüyle toprak bir yolda,

Savrulup gideceğiz son resimlerimizden çıkıp, 


Bizim olmayan uzaklara...

elli bir yılın hikâyesi

Bernard Shaw, yaşını açıkça söyleyen bir kadından korkulması gerektiğini; çünkü bunu açıklayan bir kadının her şeyi açıklayabileceğini söyle...