Dualarla nicedir bastırılmış korkular Yıldızların gölgelerinde ışıksız yüzler Yarım bir merhaba, yarısı veda fısıldar Hayat ne yazdı diye diye korkak adımlarda Yüzümüzde geçip gidenlerin rüzgarı Üşüyoruz kendimizi bildiğimizden beri
İçinde durduğum çocuk gözyaşları ve yaşanmamış yaşlar Her gün akşam olana kadar beş iklimden hatıralar Ben unutarak bittim, Düşlerimde iyileşmeyen yara kabukları Elim kolum hem dolu hem boş neye üzülsem tınısı ayrı Bir şeyler yüzünden oldu her şey anlatamıyorum Söz bitti yazı bitti izi kaldı, izler silindi Göz görmenin, akıl düşünmenin en uzağına gitti Zaman durdu, nerede kalındıysa orada Olup bittiğini fark etmenin sınırlarında Kaç defa görürse görsün insan, artık ne bilse önemsiz O an için öyleydik sadece her defasında her birimiz Solmuş çiçekler olacaktık bir bahçede...
Üzerimde kırık dökük bir bitirme kararı Gittikçe ağırlaşıyor seni sen yaptığım her şey İçimden dışıma adımlıyorum Bildikçe bilinmez olmuş dünyayı Sıkış tepiş aklım yine bir kaç adım önde Yürüyoruz
Çok uzun sürmüştü seni yaratmam içimde Şimdi yaptıklarımı bozmam gerek ellerimle Şiire kolay duygular, dile kolay zaman içinde Kendimi kandıracak hikayelerde Sen'le donattığım hayatı silmem gerek haritadan Kalır mı bilmem bana başımı sokacak bir yer Düşünüyorum
Gece yağmur yağmış toprağa, duymamışım Her şey canlı olma derdinde, ben bütün kalma 'Hayat bu geçer' iyimserliği eskisinden de uzakta Ayrılık ayrıldıktan çok sonra başlarmış anladım Kalp kırıldıktan çok sonra küsermiş hayata Hep böyle düşmüş onların da payına Herkes aynı anda konuşurken içimde Susuyorum
Kafam; 'demişlerdi de inanmamıştım' korosu Zirvesi fırtınalı olmadan olmaz insan arzusu Kendini tüketir pencerede baharı beklemek Sana dair her şey çıkınca kalan Yalancının mumu gibi yanan kendimi sevmek Aynalara konuşan boş yüzlere Kaç yolu varsa söylemenin, ben hepsini denedim... Olmuyor..
Nasılsın?
Düş gibi. Dünya'ya düşmüş kırılmıştım
Başıma tüm kötü şeyler üşüşmüştü
Kendime gelip kendimden sıkılmış,
Yürümeyi unutmuş, uyuşmuş gibiydim
'İyiyim'ler gibi soğuk, yalnız, kelime ziyanı
Her biri ayrı pişmanlık duraksama anı
Kim iyi olmuş ki, ben olacaktım
Senin nasılsın'ların ve benim 'kötüyüm'lerim
Buluşamadığı için olmadı mı tüm bunlar
İnişli, çıkışlı duyguların mesafeli selamı
Kullandım bazen, bazen beni kullandılar
Nasılsın? Nasıl mıydım?
Hangi soruya bu kadar hasret kalınır ki?
Kendi ipime dolanmış,
Hayatı çözmekten ibaret sanmıştım
Düğüm olmuştu özlediklerimle aram
Sessizliğin eteklerine kaçıp yerleşmiştim
Duygularımın hepsi hata kutusuna atılmış
Hatırlamamayı başarmış,unutmakta çuvallamıştım
Nasılım? Sana göründüğüm kadarım
Gücüm zorla çekip alınmış da istifim bozulmamş gibi
Bir an seçilmiş bir an unutulmuşların ahlarında
Kulaklarım sağır olmuş gibi
Kırılmış kalplerin hayaleti her yerde
Üzerime bulaşıyor karanlık gölgeler
Çok derinlerindeyim insan kusurlarının
Nasıldı? Nasıl bilirdiniz?
Son anında bile o büyük 'iyi' yalanı
Öyle bilmişlermiş, iyi de neyse
Dünyanın sahte sahnesi büyüttü bizi
Kendi suyuna karıştı gittiğinde iyi ya da kötü birisi
Mezar taşlarının görünmez ortak yazısı;
"Nasıldı?" Ne soruydu, ne de cevap bekliyordu aslında
İyiydi işte, hangimiz iyi değil ki?
Bir müzisyenin dünyasında uzun süre kalacağımı, daha en başında yaşadığım 'aşinalık' duygusundan anlarım ve ardından mutlaka 'yoğun sevgi' duygusu gelir... O aşinalık duygusunu yaratan; nasıl formüle edildiğini asla anlayamayacağım şekilde, kalbimizi saran her bestede hissettiğimiz, hayati duygularımızın üzerinde hakimiyet kuran mucizevi kurgudur. Yaşama sevinci, aidiyet duygusu, özlem duygusu, aşk, kendimizden sakladıklarımız, hüznünde kaybolduğumuz yoğunlaşmalar, insanın ihtiyaç duyabileceği ve bağlanması için yeterli olan her şey bu özel bestelerin oyun alanı olur... İyi müzik; zamanın koyduğu bütün engelleri kaldırır, her duygu ulaşılabilir yakınlıktadır. İyi müzik;hayatı yaşamaya değer kılan büyük bir aşktır.
♫♫♫
‘To me his music is just absolutely inspirational, corny as that may sound. He has taken so many risks, and his music is not polished whatsoever. It’s very rude and blatant. All of a sudden a Mexican horn will come blasting through and just take over the melody. It’s just so raw, really raw, and it feels real, unpolished. You hear mistakes in it, and that’s just great — if they are mistakes. Who knows? There’s so much character in it, and I appreciate that in such a polished world of soundtracks.’ – James Hetfield. //"Klişe gibi gelebilir fakat bana göre onun müziği tamamıyla ilham verici. Çok fazla risk almıştır ve müziği cilalanmamış, ham ve açıktır. Bir anda bir Meksika borusu sesi patlar ve melodiye hakim olur. Çok fazlaca 'işlenmemiştir' ve gerçek bir hissi vardır, cilasızdır. Hatalar da duyarsınız ve bu harikadır. Eğer hatalar varsa...Kim bilir? İçinde çok fazla karakter var ve film müziklerinin cilalandığı dünyada buna saygı duyuyorum." James Hetfield-Metallica
♫♫♫
Bu öyle bir müzik ki, dünyaya her nereden geldiysem sanki oraya aitmiş gibi... Kutsal bir misyonu var müzisyenlerin, hiç bir sanatçı sanatını bir misyon bilinciyle yapmıyor olsa da. Tanrının varlığını sıradan insanlara hissettirmek ve insanın kendisine ait farkına varamadığı duyguları tanımalarını sağlamak gibi. Ve her sanat dalının da, insanların hücrelerine kadar ulaşabilen üretimlerin yapıldığı şanslı dönemleri var elbette. Parlak yıldızların bir araya gelmesi için tüm evren yardım eder neredeyse. Her şey bir doğuma hazırdır. Ve her şey tasarlandığı gibi olur... Gerçek müzisyenler müziğin insanın kalbine dolaysız olarak ulaştığı yolu açar. Bu kutsal bir yoldur. İzleyeni/dinleyeni ile en sağlam gönül bağı kurabilen sanattır müzik. Bu bağ, bağlılık ve bağımlılığa dönüşen doğal ilerleyişinde zamanı ve mekanı yok sayar. Büyülü bir köprü kurulur ve notalar besteciden dinleyenin kalbine doğru akar...
"The best film music is the music that you can hear." // "En iyi film müziği (filmi izlerken) duyulabilen müziktir." E.Morricone
Bir Zamanlar Amerika'da filminin en etkileyici sahnelerinden birisi...
♫♫♫
Bazı ruhlar içlerinde müzikle dünyaya gönderiliyorlar... Bir besteci bana bu kadar yakın, dostluk hissi uyandıran bu müzikleri nasıl yazdı? Dünyaya karşı hissettiğim yabancılığın keskin köşeleri kırıldı her nota vuruşuyla. Dünya daha tanıdık, daha dayanılabilir oldu bu yolculukta... Notaların içinde kendinden geçen ruhum her defasında şöyle sesleniyor ona, "Bana ne yaptığını biliyorum ama bunu kelimelerle anlatmam mümkün değil!"... Kalbim onda öyle çok şey buldu ki, sanki büyülü bir şehir keşfetmiştim. Hem her köşesi yeniydi hem de benim. Ben onu sevdikçe sanki o da beni sevdi...
Çok sayıda bestesi, çok kalpte izi var Ennio Morricone'nin.. Belki dört nesil boyunca üretmiş bir deha.. Hayatı boyunca başarılı besteler yapmış bir besteciyi ancak 85 yaşına geldiğinde tanımanın şanssızlık olduğunu düşünmüyorum çünkü tüm ölümsüz sanatçılar gibi onun da yarattığı eserler ya 'zamansız', ya da ait oldukları zamanı hissettirirken, dinleyeni bunun dışında bırakmıyor, aksine kucaklayıp içine çekiyor. Bir sanatçının eserleri içindeki 'zamanı' sevmek sıcak, bağlayıcı bir duygu. Sevdiği sanatçıların 'söz'lerine kulak vermeli insan...Dinlediğimiz müzik, okuduğumuz kitap, gördüğümüz resim...Tesadüfen çıkmazlar karşımıza.
"The evocative nature of his work dramatically enhances the visual image and resonates in our deepest emotions."– Renee Fleming. // "Yaptığı işin çağrışımlar yapan doğası insanın görsel imaj kapasitesini dramatik bir şekilde artırır ve en derin duygularımızda yankılanır." Renee Fleming
Bazen Tanrı dünyaya bir "rüya takım" gönderir...
Yünetmen Sergio Leone (sağ) ve Ennio Morricone (sol)
Ennio Morricone müziği ile tanıştığımdan beri film izlerken, müzikler çok daha fazla dikkatimi çekiyor. Müziğin film karelerini nasıl bağladığını, görselliğin içindeki boşluklarda duyguları izleyene nasıl anlattığını, yaşamdaki tüm detayların ses'lerle nasıl ifade edilebildiğini görmek.... İnsan bir ustalıkla tanıştığında ruhunda bir ince detay daha yontuluyor. "Seyircinin verdiği tepkileri o müzikle veriyor" John Boorman, BBC Morricone belgeseli.. Tanınmasında büyük payı olan Western'ler içinde "Bir Zamanlar Batıda" filmi bu türle aramda hep var olan mesafeyi eritti...Her sahnenin ışığı ve müziği ayrı bir tasarım harikasıydı bana göre... Ayrıca 'western'lerde hakim bir 'erkek dünyası' vardır ya, o duygu müzikal olarak nasıl tanımlanabilir ancak bu filmde bu kadar net görülebilir diye düşünüyorum. Zamanının ve şartların ona müziği için özgür ve kısıtlanmamış bir ortam sunduğu anlaşılıyor... Deneysel yaklaşımları eleştirilmemiş, yönlendirmeye çalışılmamış gibi...Yönetmen Sergio Leone ve Ennio Morricone'yi anlamış tüm diğer yönetmenler, onunla bir 'rüya takım' olmuş... Her "endüstrileşme'nin" insanı karşısına alıp, bir duygusunun işine son verdiği bir çağın şahitleri olarak dünyadaki gözlemlerimiz, duygusal deneyimlerimiz, Morricone'nin müzik penceresinden bakınca büyüleyici bir netliğe, zenginliğe kavuşuyor. İçinde yaşamaya değer bir dünya onunki, dost gibi özletiyor kendisini uzak kalınca. "He doesn’t have a piano in his studio. I always thought that with composers, you sit at the piano, and you try to find the melody. There’s no such thing with him. He hears a melody, and he writes it down. He hears the orchestration completely done." / "Stüdyosunda piyano yok. Tüm kompozitörlerin piyano karşısına oturup melodi aradığını düşünmüşümdür. Fakat bu onun için geçerli değil. Melodiyi kafasının içinde duyuyor ve yazıyor. Orkestrasyonu da kafasında tamamlıyor." – Barry Levinson. Bir deha ile tanışınca onun gündelik hayata dair her hareketinde bir farklılık görmek gibi bir beklentiye giriyor insan...Herkesin yaptığını yapmayan bir insandan daha ilgi çekici kimse olamaz çünkü...
Orkestrayı mı yönetiyor yoksa duyguları mı? Ennio Morricone elinde batonu ile şüphesiz insana ait tüm duyguları yönetiyor. "He is someone with two identities. One is the composer of contemporary music, and the other is this composer of big epics, this popular music for movies. All his life he has been trying to nourish one identity with the other one, and it is as if the two voices were enriching each other. He has a great capacity of harmonizing in himself.’ – Bernado Bertolucci. // "İki kimliği olan birisi o. İlki çağdaş müzik bestecisi kimliği, diğeri büyük destanların, popüler film müziklerinin bestecisi kimliği. Tüm yaşamı; bir kimliği diğer kimlikle beslemeye çalışmakla geçti, bu sanki iki sesin birbirini zenginleştirmesi gibiydi. Uyum sağlama konusunda büyük bir kapasiteye sahipti. " Bernardo Bertolucci Gel-gitler yaşatıyor içimde bu kadar çözülmüş olmak. Anlatamadığım duyguların hepsini müzik yapmış büyük usta. Birbirimize fısıldıyoruz bize ait sırları. Bu büyük bir sırdaşlık, müzikle sır paylaşmak sonsuza giden bir yol arkadaşlığı. Yol arkadaşlığımızın başındayız Büyük Maestro ile...Yolculuk ben olmadan geçmiş bir zamanın içinde kendimi bulmamla başladı, içinde benim olmadığım anıları bana bıraktı...Bu basit bir sevme duygusu değil, bu dünyanın görünen sevmelerinden değil...Bunun ne olduğunu; bilmediğim kelimelerden kurduğum cümlelerle anlatabilirim ancak.. Bilmem anlatabildim mi?
Takıl git bir gün bir delinin peşine, Günlerin bıraktığı solgun izlerden değil, Yeni acılar ve mutluluklardan yürü Teslim et kimsenin yapamadıklarına kendini Bin yıllardır uzaklara bakan heykellere dök içini Güneşi doğduğu yerden al, battığı yere bırak Gözlerin ufuk çizgisine kadar demir atsın Sırtında gecenin çiğ ürpertisi Yüzüne hayal ettiklerinin rüzgarı çarpsın Senden istenenleri koy bir kenara Ağırdır yükü beklentilerin, nasılsa karşılayamazsın Biraz daha yaklaş dünyaya Fotoğrafını çek bulutların oyun hallerinde Dönmemek üzere geçip gidecek her biçim Güzel bir şiir yaz en az bir kere Kalbin çarparak uyan bir rüyadan,
İyi bir müziğin olsun asla bıkmadığın Toprağa düşen yağmuru ol hayatının Her nefesinde taze bir başlangıç kokusu Yolunu kaybet bazen bile bile Kalbine yeni yollar aç duyguların rehber olsun Yaşayamadıkların kalmasın eksik hanende Hepsini yaşamış ol..
Duvarlarına yalnızlık vurmuş bir odadan, batan güneşin geçtiği bir saate yakıştırdım vedayı. Hep hayal ettiğim bir kırmızısı vardı ışığın, anılar için sıcak bir yuva. Bir dolu sözcük gelmiş geçmişti içimden o güne kadar, Artık kimse yoktu yüzümü güldüren ya da birlikte gülmek istediğim Ve en sonunda solgun renklerin sırası gelmiş, usulca almışlardı yerlerini. Anlamıştım gitme vaktinin geldiğini...
Sesler, kelimeler, mevsimlerce süren insan halleri...
Bana doğru akan bir nehir yaşamak. Suyun yolunu bulduğu gibi buluyor içimde bir yerleri.
Dokundukça fark ediyorum bir kalbim, tenim, yüzüm olduğunu.
Ve vicdanım...
Yaşamak bana dokundukça yeni hatıralar birikiyor kıyıda, köşede. İstenenler veya istenmeyenler..Kıyı, köşe cennet oluyor, cehennem oluyor, yangın yeri, sel yatağı, gül yatağı oluyor. Dünya bir an başıma yıkılıyor, bir an beni başının üstünde taşıyor...İçim inşaat alanı gibi, üst üste koyuyorum yan yana koyuyorum. Köprüleri, yolları, gökdelenleri..
Yumruklarımı sıkıyorum, içimdeki bana sözüm geçmiyor. Kendi kazandıklarımı cömertçe harcıyor bir başka kendim. Ve ben bunun böyle olduğunu bir gün aniden kendi kendime itiraf ederken anlıyorum. Kendim küsüyor bir süre bana. Süslü cümleler kuruyorum, yetmiyor...Kuruyor, yetmiyorum...
Bana doğru akıyor nehir, yaşamak akıyor bana, o yaşatıyor, ben yaşıyorum.
Hayır, bütün mesele olmak ya da olmamak değildi! Duymak ya da duymamaktı! Bütün mesele; sormak ya da sormamaktı!, Bulmak ya da bulmamaktı! İstemeyi bilmek ya da bilmemekti! Açın kapıları! ne çok sevdiniz kilitleri! Açın kapıları! Açmasanız da dizinin dibinde oturun kapıların. Sorumluluk o kapılardır tam da!
Ne kadar gördüysek o kadarız. İçimiz söyler ne kadar gördüğümüzü bize...Yanımızdan geçen bir şehir kokusu alır gider güne ait olan bizi, geçmişe serpiştirir. Birazın asla senin olamamış bir müziğin içinde durur sığıntı gibi, birazın okulla ev arasındaki o belirsizliğe çaresizce bakar, cevabını anlamadığın sorulara düşer kaskatı. Geçmişte ne çok hüzünlü ben kalmıştır, bir türlü ulaşamamıştır bir yerlere, baktığı her şey ona uzakta bir rüya olmuş, yüzlerce aynalı, boş bir oda olduğunu saklamıştır hayat...
Beni tamamlayan şeyler parça parça dağılmış zamana...
Bana doğru akan bir nehir yaşamak, yanımdan geçip gider hiçbir yerin içinden. Toplayıp, katar önüne ne varsa, benden, bizden, sizden...
Yanlış ne, doğru ne, durmadan öğretilenler...
Bana durmadan yanlışı doğruyu öğretenler, kim kurdu sizi bu hayata? En olmadık anda çalmanız gerekiyor mu sahiden?...
İçim alkış sesleri arıyor. En sonunda herkes gülecek bana. Herkesi güldürdüğün anların toplamı mıydı yaşamak?
Sahneden aşağıya bakıyorum. Ben bu oyuna hiç prova yapmadan çıktım. Gurur mu, korku mu gelecek ilk önce? Başıma eskiden beri ne geldiyse ben hepsine hazırlıksızdım. Bitirmem gereken işlerden ördüm zamanı. Biten aslında tek bir şey varken..
Üzerinde kavga çıkan bütün parlak renkler güneşin oyuncağı oldu gözümüzün önünde.
Görmezlikten gelmeye daha fazla çalışmak olmalıymış bütün konu...
Sadece ve sadece görmezlikten gelmeyi öğrenmek gerekiyormuş hayatta..Çünkü görmediklerimizde saklıymış maskesi olmayan ben, biz, siz...
Bir ben saklıymış tam da orada, bir ben, biz, siz...
Işıklardan bir nehir, yaşamak Coşkulu dalgaları, dingin kuytuları Rüzgarında başıboş kahkahaları Yolu yarılamış gece sofralarından düşen anılar, Kıyılara vurmuş sahipsiz gülmeler Nehir bilgedir, insanı anlar Kimse sonuna kadar ne mutlu ne mutsuz Bırak git artık kendini bir kenara Yabancıysan hüzne de, acıya da İnsan kendini tanıdığında yaşar en çok Mutluluk belki yalnız düne ait bir rüya Yarın sadece masallarda bir dünya Kaçırdıkların da sahip oldukların da uzaklaşır Birlikte kaybolur giderler karanlığa Gel başına dönelim hayatın Boyumuzu aşan yaşamalardan kaçmayalım Daha büyük aşklardan daha yalnız çıkalım Kimse görmesin bizi, alamadıklarımızdan gittiğimizi Her yenilgi bir mihenk taşı, akmaktan kurtulan gözyaşı Kurduğumuz saattir hayatın yalandan provası Zamansızdır oysa tüm gelişler ve gidişler Bir gitmekle bir dönmek arasında ne yaşarsan Ne yaşarsan hayattır adı.
Yaşamak nasıl da gözden kaçmaz bir lekedir Ressamın tablosunda. En güzel gün fırçasının ucunda doğmuş, En güzel yağmur yağmış olmalı Ve o ölmüş olmalıdır çoktan.. Salonlarca ahkam kesilmelidir arkasından Şair uyanmalıdır şehrin en erken sabahına, Hayatın kestirme yolları ona yasak, Gökyüzünün tüm yıldızları ketum, Kendi yolundayken herkesin yolunu Kendi yıldızlarıyla herkesin gökyüzünü Işığa boyamalıdır bir an önce. Ve o da ölmüş olmalıdır çoktan.. Satırlar dolusu boş kalp uğultusu Aşkın sessizliğinde boğulmalıdır bir an önce...
Betondan hücrelerce yeni hayat masalı döküldü Sonu çoktan gelmiş bu isimsiz çağın başından aşağı Yalnızlık, en çok itibar gördüğü anlarını yaşarken Adı ıslak betonlara kazındı reklam ışıkları altında Yok olan her şey küçük oyuncaklar olarak yığıldı Diz boyu tarihin balçıklı yollarında kendini var edip Düze çıkınca yok eden insanın karşısına İnsan insanı bu defa hiç yapmadığı kadar iyi kandırdı Evlerce masum mutluluk kül olurken, yandı dünyanın gözleri, Asırlarca konuşmamalı belki de artık kimse, Tekrar duyulur olana dek, sevginin sessiz cümleleri. Yeni akıl yapıtlarının içi boş siluetleri
Kat kat yükselir, duygu duygu iterken insanı yerin altına
Her güne hiç savaşmadan kaybedilen bir savaş daha eklenir
Uğultulara teslim olmuş bugün yine bir şehir daha
Köşelerinde soluksuz bırakılmış mutsuz insanların üzerine basa basa
Koşar adım, kaçar adım birbirine karışır amaçsız hırslar
Bir varken bir yoktur artık Kendisinin bile bilmediği bir yolun sonunda
Durup durup yeniden kurar olduk saatleri yaşama sevincine uyanmaya, Geçip gidiyor kal dediğimiz yerden hayat Arkasında bıraktığı koskoca bir yalan Başka bir gerçeğe akıp gidiyor zaman..
Belki de en onurlu yaşayanlar,
Çağırsak da gelmeyecek olanlardı siyah beyaz resimlerden Hücrelerce çoğalırken yalnızlık Kalplerce göç ettik birbirimizden...