14 Mayıs 2015 Perşembe
HEM GÜZEL, HEM YETENEKLİ, HEM YALAN
Mayıs...Beklenen sıcaklıkta değil.. Kötü bir kitap almışım, kızıyorum kendime. Yazarını yakışıklı buluyor kızlar, sürekli aşırı kalabalık imza günleri yapması ondan. Sıralar boyu genç kadın, 'bir an heyecandan öleceklerini sanmak' için geliyorlar. 'Böyle kocaları olsa nasıl olurdu' simülasyon merkezi...Adeta.
Dalıp gidiyorum...
Para insan dürtülerinden kazanılıyor, gerisi yalan...Fotojenik bir hediye vermişse Tanrı, tek bir müzik albümüyle 15 yıllık müzisyenlik kariyeri gibi, mesela...Ne istediğini biliyorsan ve o da genellikle paraysa; iyi bir profil fotoğrafı açısına duacı olmaya kalır bütün işin.
Benim beklentilerim için durum farklıydı oysa.. Alıcısı olmayı hiç düşünmediğim bu pazarın yabancısı oldum daima. Popüler bir olaya katılmış genç insanları gördükçe daha fazla hüzünleniyorum artık. Madem kandırılıyoruz, bari artık ucuza gitmeyelim. Bari yeni nesil ucuza gitmesin.
Safça inanmayı ve paranoyakça şüpheyi beraberce içimize koyan bu zamanda, ıssız bir köşede başımı dizlerimin arasına alıp uyumak istiyorum. Her yer tilkilerin istilasına uğramışken, bir kaç yüz bin birbirine değmeyen kuyruğun içinde bir imza kuyruğunun lafı mı olur? Kitap ve kendi küçük yetenek beklentim çöpe giderken, kızlara üzüldüm sadece.
Belki de hedefe kilitlenmiş o kuyruklar yoktur imza günlerinde. Umutla hayal kursam da, kalbim her gün yeni bir şeye kırılmaya başladı. İnsana dair hiçbir şey beni şaşırtmazken, insana dair her şey kalbimi kırıyor.
Yazılar, videolar, resimler, gönderiler, güncellemeler, iletiler...
Yetenekten fiziksel güzellik beklememeyi çözmeliyiz...Ya da şüphe hep içimizde hazır beklemeli, her güzellik bir araday-mış gibi görünüyorsa yavaşça uzaklaşmalıyız olay yerinden.
Kendimi arka planda giderek büyüyen dev binalarla dolu belalı bir şehri sırt çantamla terk ederken hayal ediyorum. Ben önde yürüdükçe, şehir arkada kadrajı önce tamamen dolduruyor ve ardından küçülmeye ve alçalmaya başlıyor. Hayatımın resmi. Tarla kenarlarındaki gelincikler var bir de...
İyi saklanmalı kalpte taşınan içten beğenme hissi. Göz diktiler çünkü. Çok pahalıya mal oluyor içten beğeneceklerimizi bize sunmak. Onları elimizden alıp, zannetmelerin üzerinde yükseltiyorlar kısaltılmış mutluluklarımızı! Herkesin bildiği fakat asla tanıyamayacağımız birinden gelecek yalandan samimiyet ve biraz sevilme rüyası uğruna yem yapıyoruz ilgimizi, olmayan yeteneğini satabilme yeteneği olan adam ve kadınların cirit attığı denizlerde. 'Kendisini satan gözü açık anti-bilge'lerin dünyası bu. Ama artık bıkkınlık verici ölçüde neye el atsak yanıldığımızı, ya da üzülerek yanılmadığımızı görmekten yorulduk.
Belki biz de yokuzdur, 'olmanın' başka anlamlara sahip olduğu bir yerlerde. Ama burada, şimdi varsak ve 'tek tip'leşeceksek, bunun bedelini ödemeliler. Hepimiz aynı zor bulunan'ı, aynı çok emek verilmiş'i istemeliyiz, aynı basitliği, aynı kolayı, aynı ucuz'u değil. Öyle tek tip olunmaz, böyle olunur demeliyiz. Sevgi spekülatörlerinin elinde imar çılgınlığı yaşanacaksa ve her bir sevgi adacığı üzerinde her istilacı kendi hakimiyetini kurmaya çalışacaksa, yollar açılacak, plazalar dikilecek, zararımıza satışlar olacaksa ve sevdiklerimizle para karşılığı yeniden tanıştıracaklarsa bizi, yeniden ve kendi istedikleri gibi, bunun bir bedeli olmalı... İyi bir koca modeli diye yutturulan yazarı karşımıza oturtup söyleştiriyorsak, sözü bitip de sorulara sıra geldiğinde, hayaletini görmeli seyredenlerin yüzlerinde Kafka'nın, Oğuz Atay'ın, Hemingway'in... Aklını kaçırmalı korkudan. Fotojenik açılarında öfke ve endişe dolaşmalı.
'Öyle gibi hissetmeler' üzerine sohbet sesleri yükselecekse cafelerden, bizi ayrıştıracaklarsa santrifüj makinalarıyla sevgilerimizden, onlar da terlemeliler.
İçimizi boşaltıyorlar ve hep boşaltacaklar, içleri dolu beklentilerimiz olmadığı sürece...
29 Nisan 2015 Çarşamba
DURDUĞUM YERDEN BUGÜNE AĞIT
"Hayat hikâyem mi?
Sanki uzun zamandır boşluğa benzer bir yerlerdeyim..
Rutin, boynuma asılmış bir saatten ibaret. Her gün aynı sekiz aynı altı arası, aynı bilgilerle ahkâm keserken, olmadık hayaller kurmak ve hayattan kaçmaya bahane üretmek için işler uyduruyor gibiyim. Heyecansız bir dakiklik düzeni üzerinde, kısıtlanmış metabolizmalarımızla, sosyal intihar gönüllüsüyüz...Üstelik bu sığlıktan nasıl kurtulacağını bilen kimse yok.
Ne taşıdığım beden, ne kafamın içi mutlu, amaca uygun kullanılmamak yoruyor hepimizi.
Ve arka planda toz bulutu var alabildiğine. Şehrin ücra bir yerinde toprağı kazıp, içine yaşam hücreleri gömülüyor on binlerce. Sonra da büyük bir kimyasal temizlik başlayacak güvensiz fakat hijyenik yaşamlar için.
Nasıl bilecek dünyayı burada doğan çocuklar?
Katalogdan satılmış, karantinaya alınmış, sığıntı bir yapaylık, çaresizce son'u bekleyen bir doğanın kenarına iliştirilmiş yaka çiçeği. Perdeler çekiliyor modern gözlerin önündeki pencerelere zafer edalarıyla ve her an yeni bir yer daha kuşatılıyor.
Doğanın cephelerinden biri daha düşüyor.
Azimle yeniliyorduk ve yenilginin bayrakları törenle göndere çekiliyor.
Biz sınırlar olmasın istiyorduk, ama ancak sınırlara tutunarak yürüyebiliyoruz. Hep başka yerler vardı kalbimizden geçen. Biz buralardaydık.
Asansörü 10. kata kadar çıkan kırk katlı bir gökdelenin 10. katında yaşıyorduk. Başarı nedir diye geçiyordu içimizden. Bir yukarı, bir aşağı gidip dururken kat aralarında güneş sızıyordu içeri, gözümüze değip kaçıyordu kesik kesik..
Saman alevi parlayıp sönüyor istekler. Algılarımız sadece yaşamaya ayarlı. Tuzaklar kuran bize, yine bizler. Bir elimiz taş kaydırmaca oynarken diğer elimiz onu tutuyor, yavaşça oturtuyor bekleme salonundaki rahatsız koltuklara..
Gidememek bir tehdit şekli! Boğulmak üzereyiz. Baktığım her yer deniz vaat eden geniş bozkır. Doğa da mı boş vaatlere başladı?
Herkes bir köşede pusuya yatmış, kendine uygun hayatı kapmayı bekliyor başkasının elinden. Korkuyorum, adım başı bir bekleyenle karşılaşınca. Garip yüz ifadeleri var. Acıma duygusundan yoksun, boşluk bulmaya ayarlı. Uygun hayatı bulunca buzlukta sakladığı şefkati çözecek gibi, hazırlıklı... Evet herkesin ödül diye sakladığı biraz şefkati var buzluğunda. Elektrik icat olduğundan beri duygular daha uzun süre bozulmadan saklanabiliyor. Ne mutlu bize!
Geçmişsiz gelecekler büyütmeye çabalıyorlar verimsiz topraklarda.
Bir doğru geliyor yaptıklarım, bir yanlış. Hangi taraflar var içimde bu tartışmalı durumda?
Bol kandırmalı hayatları terkedeceği günü bekliyor ruhlar..
Dönmeyecekler bu defa. Durması da bundan oldu müziğin tam da şimdi.
Başladığı yere dönemeyen, daha fazla da gidemeyenlerin mezarlığına dönüşüyor evren.
Kalıcı mutsuzluklar aldık geçip giderken yol üzerinden.
Nöbetleri ise neden hep ben tutuyorum?
Burası tekinsiz bir yer. Saf geceden ibaret.
Her gülüş pamuk şekerinden yapılmış. Taşıyanların elinden akıp gidiyor gözyaşı yağmuru bastırınca sık sık. Yenileri açıyor aniden yüzlerin içinde..Durmadan devam eden tatsız bir tekrar.
Solalım hep birlikte! Anıların bahçesinde durup, onlar artık yok desinler.
4 Mart 2015 Çarşamba
HAYAT BİR MUTLULUK HİKAYESİ DEĞİLDİR
Açmadığım kapılar biriktirdim,
Üzerinde mutlu olma yolları yazılı
Meraklarımı dizdim yılların önüne
Küçük penceresinden bakıp çocukluğun
Çatıların ötesindeki çizgiden denize
Büyük gemiler sığdırdım
Bir yazdan bir kıştan kopardıkça zamanı,
Bir şehirden bir sahilden sürüldüm eksile eksile
Bir şehirden bir sahilden sürüldüm eksile eksile
Deniz çekildi gözlerimden, güneş küstü
Gidemedim. Gidemedikçe zorlaştı kalmak
Bir sevinçten bin hüzünden aldım payımı
Azalıp kayboldu gemilerim
Gidemedim. Gidemedikçe zorlaştı kalmak
Bir sevinçten bin hüzünden aldım payımı
Azalıp kayboldu gemilerim
Çıkıp gittiler arka kapısından dünyanın
Hayat bir mutluluk hikayesi değildir
Yaşattığı ne varsa karşına dikilir alacaklı
İzleri çala kalem yazılır eline yüzüne
Aklında kalanlar pranga boynunda anı anı
Aklında kalanlar pranga boynunda anı anı
Boyunu aşar korku, kül rengi olur gelecek
Üç beş mutluluk kırığı cebimde
Yorgunum
Ve ancak bir misafir olacak kadar buralı
19 Şubat 2015 Perşembe
SEN HER GÜN ÖLÜMSÜN BEN HER GÜN YAŞAM SAVAŞI
Biliyor musun rüyâlarım hala uzun.
En çok özlediklerim ve ismini unuttuklarım yan yana, içimden geçenlerden yapılmış senaryolarda oynuyorlar.
Uyandığımda yavaşça perdenin arkasına gizlenirken bir kaç sahne kalıyor arkada yetişemeyen. İz sürüyorum, bilincin gürültüsüne karışıp gidiyorlar.
Eskiden gerçek hayatın ışığında kaybolurdu rüya etkisi. Şimdi biri diğerine akarken değişen bir şey olmuyor. Her iki dünyanın gerçekliği ve belki sanallığı eşit. Kimsenin diğerini ayartmaya niyeti de yok, gücü de...Gemi batarken bir an denizin ve güvertenin eşitliği gibi. Sonrası derinlikte kaybolmaya doğru gidiyor...
Ölüm! Seninle nasıl başa çıkılır? Her şey elinde. Sana rağmen ne kalır geriye, hangi kalıcılık yaralar gücünü?
Usulca gördüklerimi not ediyorum, senden kurtarabildiğim ne varsa. Uç uca eklesem gideceğim yol bir adım olsa da. Bizden kalanlar yandığında, senin karanlığının yanında bir anlık parlama olsa da...Bir defa göz göze gelelim yeter.
Benden bir cümle kalsa kalpten kalbe taşınan, bana yeter.
Avuçlarımdaki su ne sıcak ne soğuk..Gözlerim aynadaki yüzümde görmek istemedikleriyle pazarlık halinde, hücrelerim aynı aynaya iki defa aynı yüzle bakabilmenin derdinde...Bu bile bir şey değil mi ölüm? İçim seni, sana değene kadar yok sayacak.
Dışarıda herkes benim gibi hâlâ, senin durumunda olan kimse yok. Hayat, güneş en tepedeyken sırtını dayamış alışkanlıkların buzdan duvarlarına... Uyarılara aldırmıyor. Yalandan yarınlara her gün olta atıyor insanlar. Gündelik yaşamın balık hafızası. Hayat ne dense inanıyor, yüzeyde sürünüp gidenlerin boş derinlik edebiyatı içinde kürek çekiyor, yüz bin kere kürek çekilmiş yerlere.
Yüzler değişiyor, duygular aynı, duydun mu ölüm!
Her ay iki üç gün hala sinirli ağlamaklı.. Sonra sönüyor dalgalar..
Bir insan cinsinden olmanın yan etkileri.
Periyodik olaylar ne kadar ters ölüme. Olan yine oluyor, yine yine...Sonra değişiyor yine, yine hep aynı değişiyor..
Saatleri bilerek her gün yeniden başlatıyoruz bu sebeple. Yoksa uzayıp giden bir çizgiye dizerdik sayıları. Yollara dökerdik... Bir yerde başlar ve biterdik.
Başlayışı da bitişi de kaldırdık, en çok da bitişi kaldırdık gözümüzün önünden.
Varken daha fazla ama daha zararsız bir 'yok'tun aslında yalanım yok dostum. Ölümün tarafına geçtiğinden beri daha yakıcı bir 'yok'sun. Yok'luğun vurup vurup kaçıyor, ben kalabalıklara karıştıkça peşimde yalnız bir kuytu arıyorsun. Yolumu aniden değiştiriyorum, insanlara, tekrarlara saklanıyorum...Sen 'ilk ve son'a sürüklemek için peşimde...Sokak savaşına geçiyoruz, son kalan gücümle.
Sen ölüydün işte, bütün bu anlarda ve tüm her şey bıraktığından farklı.
Bir şeyler karalarken, küçük kararlar verirken, bulutların alt yüzü bize dönükken, hava durumundan kendimize vazife çıkarırken...Sen bulutların üstünde, akıl dışı ölçüleriyle uçsuz bucaksız bir sükunetken...
Fare gibiyim bu labirentin içinde.
Yolu da çıkışı da biliyorum, arar gibi, bekler gibi yapıyorum sadece.
Ölünce doldurun beni. Doldurun da gösterin ölüme, görsün yenildiğimi ama asla pes etmediğimi!
25 Ocak 2015 Pazar
VAR OLDUK HİÇ OLMADAN AZ ÖNCE
Bir akşamın içinde çözülür,
İçinde durduğum çocuk gözyaşları ve yaşanmamış yaşlar
Her gün akşam olana kadar beş iklimden hatıralar
Ben unutarak bittim,
Düşlerimde iyileşmeyen yara kabukları
Elim kolum hem dolu hem boş neye üzülsem tınısı ayrı
Bir şeyler yüzünden oldu her şey anlatamıyorum
Söz bitti yazı bitti izi kaldı, izler silindi
Göz görmenin, akıl düşünmenin en uzağına gitti
Zaman durdu, nerede kalındıysa orada
Olup bittiğini fark etmenin sınırlarında
Kaç defa görürse görsün insan, artık ne bilse önemsiz
O an için öyleydik sadece her defasında her birimiz
Solmuş çiçekler olacaktık bir bahçede...
Dualarla nicedir bastırılmış korkular
Yıldızların gölgelerinde ışıksız yüzler
Yarım bir merhaba, yarısı veda fısıldar
Hayat ne yazdı diye diye korkak adımlarda
Yüzümüzde geçip gidenlerin rüzgarı
Üşüyoruz kendimizi bildiğimizden beri
Yıldızların gölgelerinde ışıksız yüzler
Yarım bir merhaba, yarısı veda fısıldar
Hayat ne yazdı diye diye korkak adımlarda
Yüzümüzde geçip gidenlerin rüzgarı
Üşüyoruz kendimizi bildiğimizden beri
İçinde durduğum çocuk gözyaşları ve yaşanmamış yaşlar
Her gün akşam olana kadar beş iklimden hatıralar
Ben unutarak bittim,
Düşlerimde iyileşmeyen yara kabukları
Elim kolum hem dolu hem boş neye üzülsem tınısı ayrı
Bir şeyler yüzünden oldu her şey anlatamıyorum
Söz bitti yazı bitti izi kaldı, izler silindi
Göz görmenin, akıl düşünmenin en uzağına gitti
Zaman durdu, nerede kalındıysa orada
Olup bittiğini fark etmenin sınırlarında
Kaç defa görürse görsün insan, artık ne bilse önemsiz
O an için öyleydik sadece her defasında her birimiz
Solmuş çiçekler olacaktık bir bahçede...
15 Aralık 2014 Pazartesi
GİTMEYE DAİR...
Uyandığında gitmiştim,
Yokluğumu gözünde büyütmeni umarak
Sessiz şikayetler bırakmıştım sessiz bitişe göre
Kapatmıştım kapını uykunun masum yüzüne
Yokluğumu gözünde büyütmeni umarak
Sessiz şikayetler bırakmıştım sessiz bitişe göre
Kapatmıştım kapını uykunun masum yüzüne
Üzerimde kırık dökük bir bitirme kararı
Gittikçe ağırlaşıyor seni sen yaptığım her şey
İçimden dışıma adımlıyorum
Bildikçe bilinmez olmuş dünyayı
Sıkış tepiş aklım yine bir kaç adım önde
Yürüyoruz
Çok uzun sürmüştü seni yaratmam içimde
Şimdi yaptıklarımı bozmam gerek ellerimle
Şiire kolay duygular, dile kolay zaman içinde
Kendimi kandıracak hikayelerde
Sen'le donattığım hayatı silmem gerek haritadan
Kalır mı bilmem bana başımı sokacak bir yer
Düşünüyorum
Gece yağmur yağmış toprağa, duymamışım
Her şey canlı olma derdinde, ben bütün kalma
'Hayat bu geçer' iyimserliği eskisinden de uzakta
Ayrılık ayrıldıktan çok sonra başlarmış anladım
Kalp kırıldıktan çok sonra küsermiş hayata
Hep böyle düşmüş onların da payına
Herkes aynı anda konuşurken içimde
Susuyorum
Kafam; 'demişlerdi de inanmamıştım' korosu
Zirvesi fırtınalı olmadan olmaz insan arzusu
Kendini tüketir pencerede baharı beklemek
Sana dair her şey çıkınca kalan
Yalancının mumu gibi yanan kendimi sevmek
Aynalara konuşan boş yüzlere
Kaç yolu varsa söylemenin, ben hepsini denedim...
Olmuyor..
Gittikçe ağırlaşıyor seni sen yaptığım her şey
İçimden dışıma adımlıyorum
Bildikçe bilinmez olmuş dünyayı
Sıkış tepiş aklım yine bir kaç adım önde
Yürüyoruz
Çok uzun sürmüştü seni yaratmam içimde
Şimdi yaptıklarımı bozmam gerek ellerimle
Şiire kolay duygular, dile kolay zaman içinde
Kendimi kandıracak hikayelerde
Sen'le donattığım hayatı silmem gerek haritadan
Kalır mı bilmem bana başımı sokacak bir yer
Düşünüyorum
Gece yağmur yağmış toprağa, duymamışım
Her şey canlı olma derdinde, ben bütün kalma
'Hayat bu geçer' iyimserliği eskisinden de uzakta
Ayrılık ayrıldıktan çok sonra başlarmış anladım
Kalp kırıldıktan çok sonra küsermiş hayata
Hep böyle düşmüş onların da payına
Herkes aynı anda konuşurken içimde
Susuyorum
Kafam; 'demişlerdi de inanmamıştım' korosu
Zirvesi fırtınalı olmadan olmaz insan arzusu
Kendini tüketir pencerede baharı beklemek
Sana dair her şey çıkınca kalan
Yalancının mumu gibi yanan kendimi sevmek
Aynalara konuşan boş yüzlere
Kaç yolu varsa söylemenin, ben hepsini denedim...
Olmuyor..
11 Kasım 2014 Salı
NASILSIN?
Bilmediğimde cevabı, beklerdim
Sorsaydı birisi, ben susup kalsaydım,
Özlediğim tüm cevaplar içimde sabırsız
İyi olsam senin nasılsın'ların koşar gelirdi
Kötüysem görünmezdi merakın
Nasıldım? Kimse sormadı
Sorulmasını çok istediğim anların hiç birinde
Dün biliyordum, bugün çıkıp gitmişim kendimden
Kalbimi matkapla deliyordum son gördüğümde
Düş gibi. Dünya'ya düşmüş kırılmıştım
Başıma tüm kötü şeyler üşüşmüştü
Kendime gelip kendimden sıkılmış,
Yürümeyi unutmuş, uyuşmuş gibiydim
'İyiyim'ler gibi soğuk, yalnız, kelime ziyanı
Her biri ayrı pişmanlık duraksama anı
Kim iyi olmuş ki, ben olacaktım
Senin nasılsın'ların ve benim 'kötüyüm'lerim
Buluşamadığı için olmadı mı tüm bunlar
İnişli, çıkışlı duyguların mesafeli selamı
Kullandım bazen, bazen beni kullandılar
Nasılsın? Nasıl mıydım?
Hangi soruya bu kadar hasret kalınır ki?
Hangi soruya bu kadar hasret kalınır ki?
Kendi ipime dolanmış,
Hayatı çözmekten ibaret sanmıştım
Düğüm olmuştu özlediklerimle aram
Sessizliğin eteklerine kaçıp yerleşmiştim
Duygularımın hepsi hata kutusuna atılmış
Hatırlamamayı başarmış,unutmakta çuvallamıştım
Nasılım? Sana göründüğüm kadarım
Hayatı çözmekten ibaret sanmıştım
Düğüm olmuştu özlediklerimle aram
Sessizliğin eteklerine kaçıp yerleşmiştim
Duygularımın hepsi hata kutusuna atılmış
Hatırlamamayı başarmış,unutmakta çuvallamıştım
Nasılım? Sana göründüğüm kadarım
Gücüm zorla çekip alınmış da istifim bozulmamş gibi
Bir an seçilmiş bir an unutulmuşların ahlarında
Kulaklarım sağır olmuş gibi
Kırılmış kalplerin hayaleti her yerde
Üzerime bulaşıyor karanlık gölgeler
Çok derinlerindeyim insan kusurlarının
Nasıldı? Nasıl bilirdiniz?
Son anında bile o büyük 'iyi' yalanı
Öyle bilmişlermiş, iyi de neyse
Dünyanın sahte sahnesi büyüttü bizi
Kendi suyuna karıştı gittiğinde iyi ya da kötü birisi
Mezar taşlarının görünmez ortak yazısı;
"Nasıldı?" Ne soruydu, ne de cevap bekliyordu aslında
İyiydi işte, hangimiz iyi değil ki?
Bir an seçilmiş bir an unutulmuşların ahlarında
Kulaklarım sağır olmuş gibi
Kırılmış kalplerin hayaleti her yerde
Üzerime bulaşıyor karanlık gölgeler
Çok derinlerindeyim insan kusurlarının
Nasıldı? Nasıl bilirdiniz?
Son anında bile o büyük 'iyi' yalanı
Öyle bilmişlermiş, iyi de neyse
Dünyanın sahte sahnesi büyüttü bizi
Kendi suyuna karıştı gittiğinde iyi ya da kötü birisi
Mezar taşlarının görünmez ortak yazısı;
"Nasıldı?" Ne soruydu, ne de cevap bekliyordu aslında
İyiydi işte, hangimiz iyi değil ki?
28 Eylül 2014 Pazar
ENNIO MORRICONE
Bir müzisyenin dünyasında uzun süre kalacağımı, daha en başında yaşadığım 'aşinalık' duygusundan anlarım ve ardından mutlaka 'yoğun sevgi' duygusu gelir... O aşinalık duygusunu yaratan; nasıl formüle edildiğini asla anlayamayacağım şekilde, kalbimizi saran her bestede hissettiğimiz, hayati duygularımızın üzerinde hakimiyet kuran mucizevi kurgudur. Yaşama sevinci, aidiyet duygusu, özlem duygusu, aşk, kendimizden sakladıklarımız, hüznünde kaybolduğumuz yoğunlaşmalar, insanın ihtiyaç duyabileceği ve bağlanması için yeterli olan her şey bu özel bestelerin oyun alanı olur...
İyi müzik; zamanın koyduğu bütün engelleri kaldırır, her duygu ulaşılabilir yakınlıktadır.
İyi müzik;hayatı yaşamaya değer kılan büyük bir aşktır.
♫♫♫
♫♫♫
Kutsal bir misyonu var müzisyenlerin, hiç bir sanatçı sanatını bir misyon bilinciyle yapmıyor olsa da. Tanrının varlığını sıradan insanlara hissettirmek ve insanın kendisine ait farkına varamadığı duyguları tanımalarını sağlamak gibi. Ve her sanat dalının da, insanların hücrelerine kadar ulaşabilen üretimlerin yapıldığı şanslı dönemleri var elbette. Parlak yıldızların bir araya gelmesi için tüm evren yardım eder neredeyse. Her şey bir doğuma hazırdır. Ve her şey tasarlandığı gibi olur...
Gerçek müzisyenler müziğin insanın kalbine dolaysız olarak ulaştığı yolu açar. Bu kutsal bir yoldur. İzleyeni/dinleyeni ile en sağlam gönül bağı kurabilen sanattır müzik. Bu bağ, bağlılık ve bağımlılığa dönüşen doğal ilerleyişinde zamanı ve mekanı yok sayar. Büyülü bir köprü kurulur ve notalar besteciden dinleyenin kalbine doğru akar...
"The best film music is the music that you can hear." // "En iyi film müziği (filmi izlerken) duyulabilen müziktir." E.Morricone
Bir Zamanlar Amerika'da filminin en etkileyici sahnelerinden birisi...
♫♫♫
Bazı ruhlar içlerinde müzikle dünyaya gönderiliyorlar...
Bir besteci bana bu kadar yakın, dostluk hissi uyandıran bu müzikleri nasıl yazdı? Dünyaya karşı hissettiğim yabancılığın keskin köşeleri kırıldı her nota vuruşuyla. Dünya daha tanıdık, daha dayanılabilir oldu bu yolculukta... Notaların içinde kendinden geçen ruhum her defasında şöyle sesleniyor ona, "Bana ne yaptığını biliyorum ama bunu kelimelerle anlatmam mümkün değil!"...
Kalbim onda öyle çok şey buldu ki, sanki büyülü bir şehir keşfetmiştim. Hem her köşesi yeniydi hem de benim. Ben onu sevdikçe sanki o da beni sevdi...
Çok sayıda bestesi, çok kalpte izi var Ennio Morricone'nin.. Belki dört nesil boyunca üretmiş bir deha.. Hayatı boyunca başarılı besteler yapmış bir besteciyi ancak 85 yaşına geldiğinde tanımanın şanssızlık olduğunu düşünmüyorum çünkü tüm ölümsüz sanatçılar gibi onun da yarattığı eserler ya 'zamansız', ya da ait oldukları zamanı hissettirirken, dinleyeni bunun dışında bırakmıyor, aksine kucaklayıp içine çekiyor. Bir sanatçının eserleri içindeki 'zamanı' sevmek sıcak, bağlayıcı bir duygu.
Sevdiği sanatçıların 'söz'lerine kulak vermeli insan...Dinlediğimiz müzik, okuduğumuz kitap, gördüğümüz resim...Tesadüfen çıkmazlar karşımıza.
"The evocative nature of his work dramatically enhances the visual image and resonates in our deepest emotions."– Renee Fleming. // "Yaptığı işin çağrışımlar yapan doğası insanın görsel imaj kapasitesini dramatik bir şekilde artırır ve en derin duygularımızda yankılanır." Renee Fleming
Bazen Tanrı dünyaya bir "rüya takım" gönderir...
Yünetmen Sergio Leone (sağ) ve Ennio Morricone (sol)
"Seyircinin verdiği tepkileri o müzikle veriyor" John Boorman, BBC Morricone belgeseli..
Tanınmasında büyük payı olan Western'ler içinde "Bir Zamanlar Batıda" filmi bu türle aramda hep var olan mesafeyi eritti...Her sahnenin ışığı ve müziği ayrı bir tasarım harikasıydı bana göre...
Ayrıca 'western'lerde hakim bir 'erkek dünyası' vardır ya, o duygu müzikal olarak nasıl tanımlanabilir ancak bu filmde bu kadar net görülebilir diye düşünüyorum.
Zamanının ve şartların ona müziği için özgür ve kısıtlanmamış bir ortam sunduğu anlaşılıyor... Deneysel yaklaşımları eleştirilmemiş, yönlendirmeye çalışılmamış gibi...Yönetmen Sergio Leone ve Ennio Morricone'yi anlamış tüm diğer yönetmenler, onunla bir 'rüya takım' olmuş...
Her "endüstrileşme'nin" insanı karşısına alıp, bir duygusunun işine son verdiği bir çağın şahitleri olarak dünyadaki gözlemlerimiz, duygusal deneyimlerimiz, Morricone'nin müzik penceresinden bakınca büyüleyici bir netliğe, zenginliğe kavuşuyor. İçinde yaşamaya değer bir dünya onunki, dost gibi özletiyor kendisini uzak kalınca.
"He doesn’t have a piano in his studio. I always thought that with composers, you sit at the piano, and you try to find the melody. There’s no such thing with him. He hears a melody, and he writes it down. He hears the orchestration completely done." / "Stüdyosunda piyano yok. Tüm kompozitörlerin piyano karşısına oturup melodi aradığını düşünmüşümdür. Fakat bu onun için geçerli değil. Melodiyi kafasının içinde duyuyor ve yazıyor. Orkestrasyonu da kafasında tamamlıyor." – Barry Levinson.
Bir deha ile tanışınca onun gündelik hayata dair her hareketinde bir farklılık görmek gibi bir beklentiye giriyor insan...Herkesin yaptığını yapmayan bir insandan daha ilgi çekici kimse olamaz çünkü...
Orkestrayı mı yönetiyor yoksa duyguları mı? Ennio Morricone elinde batonu ile şüphesiz insana ait tüm duyguları yönetiyor.
"He is someone with two identities. One is the composer of contemporary music, and the other is this composer of big epics, this popular music for movies. All his life he has been trying to nourish one identity with the other one, and it is as if the two voices were enriching each other. He has a great capacity of harmonizing in himself.’ – Bernado Bertolucci. // "İki kimliği olan birisi o. İlki çağdaş müzik bestecisi kimliği, diğeri büyük destanların, popüler film müziklerinin bestecisi kimliği. Tüm yaşamı; bir kimliği diğer kimlikle beslemeye çalışmakla geçti, bu sanki iki sesin birbirini zenginleştirmesi gibiydi. Uyum sağlama konusunda büyük bir kapasiteye sahipti. " Bernardo Bertolucci
Gel-gitler yaşatıyor içimde bu kadar çözülmüş olmak. Anlatamadığım duyguların hepsini müzik yapmış büyük usta. Birbirimize fısıldıyoruz bize ait sırları. Bu büyük bir sırdaşlık, müzikle sır paylaşmak sonsuza giden bir yol arkadaşlığı.
Yol arkadaşlığımızın başındayız Büyük Maestro ile...Yolculuk ben olmadan geçmiş bir zamanın içinde kendimi bulmamla başladı, içinde benim olmadığım anıları bana bıraktı...Bu basit bir sevme duygusu değil, bu dünyanın görünen sevmelerinden değil...Bunun ne olduğunu; bilmediğim kelimelerden kurduğum cümlelerle anlatabilirim ancak..
Bilmem anlatabildim mi?
20 Ağustos 2014 Çarşamba
YAŞAMIŞ OL
Takıl git bir gün bir delinin peşine,
Günlerin bıraktığı solgun izlerden değil,
Yeni acılar ve mutluluklardan yürü
Teslim et kimsenin yapamadıklarına kendini
Bin yıllardır uzaklara bakan heykellere dök içini
Güneşi doğduğu yerden al, battığı yere bırak
Gözlerin ufuk çizgisine kadar demir atsın
Sırtında gecenin çiğ ürpertisi
Yüzüne hayal ettiklerinin rüzgarı çarpsın
Senden istenenleri koy bir kenara
Ağırdır yükü beklentilerin, nasılsa karşılayamazsın
Biraz daha yaklaş dünyaya
Fotoğrafını çek bulutların oyun hallerinde
Dönmemek üzere geçip gidecek her biçim
Güzel bir şiir yaz en az bir kere
Kalbin çarparak uyan bir rüyadan,
İyi bir müziğin olsun asla bıkmadığın
Toprağa düşen yağmuru ol hayatının
Her nefesinde taze bir başlangıç kokusu
Yolunu kaybet bazen bile bile
Kalbine yeni yollar aç duyguların rehber olsun
Yaşayamadıkların kalmasın eksik hanende
Hepsini yaşamış ol..
Toprağa düşen yağmuru ol hayatının
Her nefesinde taze bir başlangıç kokusu
Yolunu kaybet bazen bile bile
Kalbine yeni yollar aç duyguların rehber olsun
Yaşayamadıkların kalmasın eksik hanende
Hepsini yaşamış ol..
19 Ağustos 2014 Salı
VEDA
Duvarlarına yalnızlık vurmuş bir odadan, batan güneşin geçtiği bir saate yakıştırdım vedayı.
Hep hayal ettiğim bir kırmızısı vardı ışığın, anılar için sıcak bir yuva.
Bir dolu sözcük gelmiş geçmişti içimden o güne kadar,
Artık kimse yoktu yüzümü güldüren ya da birlikte gülmek istediğim
Ve en sonunda solgun renklerin sırası gelmiş, usulca almışlardı yerlerini.
Anlamıştım gitme vaktinin geldiğini...
Leonid Afremov-FAREWELL
8 Ağustos 2014 Cuma
Bir Ben Var....Mı Benden İçeride?
Sesler, kelimeler, mevsimlerce süren insan halleri...
Bana doğru akan bir nehir yaşamak. Suyun yolunu bulduğu gibi buluyor içimde bir yerleri.
Dokundukça fark ediyorum bir kalbim, tenim, yüzüm olduğunu.
Ve vicdanım...
Yaşamak bana dokundukça yeni hatıralar birikiyor kıyıda, köşede. İstenenler veya istenmeyenler..Kıyı, köşe cennet oluyor, cehennem oluyor, yangın yeri, sel yatağı, gül yatağı oluyor. Dünya bir an başıma yıkılıyor, bir an beni başının üstünde taşıyor...İçim inşaat alanı gibi, üst üste koyuyorum yan yana koyuyorum. Köprüleri, yolları, gökdelenleri..
Yumruklarımı sıkıyorum, içimdeki bana sözüm geçmiyor. Kendi kazandıklarımı cömertçe harcıyor bir başka kendim. Ve ben bunun böyle olduğunu bir gün aniden kendi kendime itiraf ederken anlıyorum. Kendim küsüyor bir süre bana. Süslü cümleler kuruyorum, yetmiyor...Kuruyor, yetmiyorum...
Bana doğru akıyor nehir, yaşamak akıyor bana, o yaşatıyor, ben yaşıyorum.
Hayır, bütün mesele olmak ya da olmamak değildi! Duymak ya da duymamaktı!
Bütün mesele; sormak ya da sormamaktı!, Bulmak ya da bulmamaktı!
İstemeyi bilmek ya da bilmemekti!
Açın kapıları! ne çok sevdiniz kilitleri!
Açın kapıları! Açmasanız da dizinin dibinde oturun kapıların. Sorumluluk o kapılardır tam da!
Ne kadar gördüysek o kadarız. İçimiz söyler ne kadar gördüğümüzü bize...Yanımızdan geçen bir şehir kokusu alır gider güne ait olan bizi, geçmişe serpiştirir. Birazın asla senin olamamış bir müziğin içinde durur sığıntı gibi, birazın okulla ev arasındaki o belirsizliğe çaresizce bakar, cevabını anlamadığın sorulara düşer kaskatı. Geçmişte ne çok hüzünlü ben kalmıştır, bir türlü ulaşamamıştır bir yerlere, baktığı her şey ona uzakta bir rüya olmuş, yüzlerce aynalı, boş bir oda olduğunu saklamıştır hayat...
Beni tamamlayan şeyler parça parça dağılmış zamana...
Bana doğru akan bir nehir yaşamak, yanımdan geçip gider hiçbir yerin içinden. Toplayıp, katar önüne ne varsa, benden, bizden, sizden...
Yanlış ne, doğru ne, durmadan öğretilenler...
Bana durmadan yanlışı doğruyu öğretenler, kim kurdu sizi bu hayata? En olmadık anda çalmanız gerekiyor mu sahiden?...
İçim alkış sesleri arıyor. En sonunda herkes gülecek bana. Herkesi güldürdüğün anların toplamı mıydı yaşamak?
Sahneden aşağıya bakıyorum. Ben bu oyuna hiç prova yapmadan çıktım. Gurur mu, korku mu gelecek ilk önce? Başıma eskiden beri ne geldiyse ben hepsine hazırlıksızdım. Bitirmem gereken işlerden ördüm zamanı. Biten aslında tek bir şey varken..
Üzerinde kavga çıkan bütün parlak renkler güneşin oyuncağı oldu gözümüzün önünde.
Görmezlikten gelmeye daha fazla çalışmak olmalıymış bütün konu...
Sadece ve sadece görmezlikten gelmeyi öğrenmek gerekiyormuş hayatta..Çünkü görmediklerimizde saklıymış maskesi olmayan ben, biz, siz...
Bir ben saklıymış tam da orada, bir ben, biz, siz...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
sevmek korkusu*
" Dünya alabildiğine doludur. Dünyada bakışları birbirine benzeyen birçok insanlar, deniz kenarında yıkanır; dağların üstünde buzlar iç...

-
" Dünya alabildiğine doludur. Dünyada bakışları birbirine benzeyen birçok insanlar, deniz kenarında yıkanır; dağların üstünde buzlar iç...
-
Bernard Shaw, yaşını açıkça söyleyen bir kadından korkulması gerektiğini; çünkü bunu açıklayan bir kadının her şeyi açıklayabileceğini söyle...