28 Eylül 2013 Cumartesi

UMUTLARIN BİTTİĞİ AN




Hayatı elinden alınan her zaman yolcusunun
Gördüğü kâbuslu rüyalar aynı renkti belki,
Sürgüne giden her ruh için savaşmak
Söndüremediği yangınlarla yaşamaktı.
Gökyüzü başka, yıldızlar başka parlarken,
Güneş belki de artık hiç doğmayacaktı…
İlk ve son yolculuğunda,
Ait olduğu ve ona ait olan her şey
Denizlerin arkasında, güneşten hızlı
Hareli kızıllığın nefesinde kayboldu.

Bir kadın…
Sonunu kendisinin de bilmediği yolda,
Altından ateşlerin aktığı köprülerden,
Yarını olmayan bugünlere geçerken
İçinde büyüyen umutsuzluk,
Bir lahit kapağı gibi ağır ağır düştü,
Işığını söndürdüğü umudun üzerine.
Teslim ettiği ruhu kaldı,
İçi boş ve ayaklarının dibinde,
Zamanı bıraktığı yerde…

Ve suya düşmüş aksine bakarken şehir,
Çıktığı sonu belirsiz bu yolculukta
Alacağı yaralarda ve intikamlarda
Masumiyet onu ilk terkeden olacaktı.
Bir çocuk oyunu kuralsızlığında,
Ortasında çıkıp gittiği geçmişin
Bin parça hayaline yorgun bir veda,
Kaderine sırtını dönmüş, kıyıya yaklaşırken,
Gözleri ufuk çizgisinde nafile aradı
Bir tanıdık yüz, bir tanıdık seda…

23 Eylül 2013 Pazartesi

KOŞARADIM HAYAT






Güneşi kalbinden vurmalı,
belki değer o zaman yaşamaya
sonrası uzak kış, sonu bilinmeyen bu yolda.
Kitaplar dolusu kelimeler üstünde,
içim gidip dururken bir şehirden bir şehre,
hepsini silmeli romanlardaki kasvetli günlerin.
Gözyaşları küçük ayrılıkları ıslatırken
bütün yolculuklar provası belki, gerçek gidişlerin.

12 Eylül 2013 Perşembe

İNSAN OLABİLMENİN YOLUNDA


İçimden eşlik ettim sonsuz olma hevesine çizgilerin
Kayıp giden yollarda, kayıp eşyasıyım bir gidenin
Aranıp sorulmamış başından sonuna kadar yolun
Görünmez arkadaşlığı suskun, kalbime iyi gelenlerin

Tanımamış gibi yapıyorum bildiğim herkesi
Ketum perdelerde dalgalanıyor isimlerin gölgesi
Onlardanım ben de, çok unutmuş çok unutulmuş
Bir hayatı başlatıp, birinin sonunda yer tutmuş

Hem eskiyim hem yenik derdine düş arayana
Bekleyeni hiç olmamış yerlere varma çabasında  
Bir telaşla, sanki dünyanın döndüğü yetmiyormuş gibi
Fuzuli bir hikayenin sonuna bekleniyormuş gibi 

Adımlarım bağlı bensiz verilmiş kararlara
Sorularım çoğalıyor, cevaplar aynı sayıda 
Yaşayanların içi göstermiyor yenilgiyi
Granit gurur karışmış insan gururlara






















8 Eylül 2013 Pazar

DENEMELER ve YANILMALAR - Şehirde tanışmalar

Şehirde bir tanışma-1
‘Birbirine aşina insanlar ülkesi’
 Bir insanı bilmek ne güzel, ne güvenli bir yolculuktur.
Yanında, yakınında, elleri üzerinde, kelimeleri birbirlerine yıllardır aşina.
Yakın arkadaşlar... Yakın arkadaşların hep yaptıkları…
Onlara sıradan gelen şeylerin tümü…

Ne hoş bir ülkedir, kapısından bakıp asla giremeyeceğin,
İçerdeki herkesin zaman anahtarıyla kapıları açabildiği,
Girdiğinde yolunu rahatlıkla bulabildiği,
Nerelere uğrayıp uğramayacağını hissedebildiği,
‘Birbirine aşina insanlar ülkesi’.

Bu ülkenin yerlisi, yabancıların ne hissettiğini bilmez.
Herkes birbiriyle mutlu oluverir yabancının önünde
Gardını alır girersin, peşin yargılarını kapıda bırakıp.
Sadece ayakta kalmak olur amacın, onu da başaramazsın.
  
Şehirde bir tanışma-2
Hayranlık
İnsan tanınabilir mi ‘gerçek anlamda’?
Sırtını dayayabilir, ya da  yüzünü çevirebilir mi,
kararlılığından asla emin olamayacağı bir varlığa?

Aynı şehrin farklı kuytularında,
Gözlerden uzak onlarca an’dan sonra
Bir gün iyi bir salonun, güzel bir tanışma anında,
Güzel giysiler içinde iki kişi gülümsedi birbirine…
Bir taraf ‘hayranlığının’ gücüyle buldu diğerini,
Diğeri hayran olunmak için hazırdı orada.

Şehirde bir tanışma-3
Ve Yalnızlaşmak Kalabalıkla…
Fonda gece siyahı, üzerinde yanıp sönen yaşamlarla boyanmış bir şehir..
her aşk ilk burada sözleşir, her son ilk burada vedalaşır.
Belki yarınların içinde güzel olanlar vardır,
şehrin bir köşesinde bizi bekleyen ..
belki de çoktan geçip gitmiş bir gezginin bıraktığı
dilek parasıdır hayat..

Aynadaki, kadehteki, penceredeki aksine kalırsın,
Bir geceye bakarken ışıklı bir salondan,  
Kiminin hayallerini süsleyen dokunuşlar,
kimisi için konuşmaya üşenmenin yerine geçer.
Kayar altından zemin, yer yerinden oynar.

Kalabalıkların içinde, insanın kendi yalnızlığıyla tanıştığı anlar
Pamuk ipliğine bağlı olduğu anlaşılan mutluluklar.

Şehirde bir tanışma-4
Tanıdığını sandığın bir an vardır…
Birisi gider. Ortada göstermediği bir hayat,
Yağmur altında beklerken bilmediğin dilde bir dua
Tanımadığın bir kadın, elini tutar bir çocuğun,
Çocuğun gözlerinde arkasından gözyaşı döktüğün adam,
Seninle hiç paylaşılmamış bir hayat çıkar karşına.

Birisi gidip birisi kaldığında tanışır bazen iki insan…
Kalan tanışır gidenden kalanla,
Konuşulmamışların içinden çıkan bir hayatla.

5 Eylül 2013 Perşembe

Sonbaharın deniz mevsimi gelince...




Çaresiz bir 'kapalı' yazısı her dükkanın kapısında,
Akdeniz bize bakardı, biz ona,
Sahil kasabalarının bekleme mevsimidir bu
Tüm dünya sanki bir şehirde, bizi almadıkları
Bilirdik oysa ama yenilirdik yine de hep aynı duyguya,
Ne kadar kalabalıksa etrafımız yazın,
O kadar yalnızlık kalırdı elimizde sonbaharda...

4 Eylül 2013 Çarşamba

DENEMELER ve YANILMALAR-Yarısı boyanmış bir resim tutmaktı elinde, mutluluk.

Mecburiyetlerden, endişelerden, zaman ayarlı gelecek planlarından arınmış bir rüyada yürümek.
Bir rüya olduğunu bilmeden.
Kendisiyle baş başa kalan insanın boyaması kendi geçmiş tablosunu, gelecek umutlarını, kendi istediği renklerle. Bir yandan da “Yaşam ne büyük bir yanılsamaymış” demesi…
Hissettiğinin mutluluk olduğunu sonradan anlayarak…
Anladığında o an’ın da geçip gittiğini görerek…


Bu insan denen karmaşa…
Hatıralarla ve hayallerle mutlu olunuyorsa, gerçeklerden geçilmiyor demek ki mutluluğa. 
Gelir gelmez başka bir gökyüzüne göz kırpan, hissedildiği an kanatlanıp giden bir duyguya bu kadar bel bağlamak…
Bu kadardır işte, acınacak kadar sadece. Yolculuğun kendisidir işte. Durduğunda bitip gitmiştir bile.
Baktığında göremediğin.
Yarısı boyanmış bir resim tutmaktır elinde mutluluk. Diğer yarısı tamamlanabilecek kadar beyaz boşluklu.
Sana verilen yüzü bir başkasının güldürmesidir bir an.
Yarısı bitmiş bir evdir, içindeki huzuru hayallerle tarif ettiren.
Mutluluk bilmemektir, tanımamaktır aslında, görünür gerçekliklerden geçmeyen... Gerçeklerden geçilmiyor demek ki mutluluğa…

Uzun bir otobüs yolculuğunda duygular hızlanır, içimdeki dünya, dışarıda hızlı hızlı geçip giden dünyaya karışır. Bazen içimde bulurum mutluluğu, bazen dışarıda. Cam kenarı koltukta, camın diğer tarafında, ıssızlığın ortasında, içinde kaybolduğumuz şehirli hayata meydan okuyan, bir saçak altında mutlu olduğunu düşündüğüm bir yaşam karesi mesela. ‘Mutluluğu’ hayalimden çıkarıp yapıştırıverdiğim. Etiketlediğim. Kalabalıkların ve binaların ortasında yapayalnız kaldığımda hatırlamak için. Saniyeler içinde görünüp kaybolan o resimde, iki insanın sözsüz diyalogunun anlık renkli görüntüsünde, belli ki ne giysiler, ne de akşam yemekleri, ne tatil planları önemli... Belki mutluluk da önemli değil hatta.
O gördüğüm renklerden çok azının kendimde olduğunu bilirim. Bu bir seçimse, yapılmış benim için, veya yapmışım. Çıkıp gitsem, artık yeni seçimlere aşina olmak için geçecek süreden ürkerim.
Mutluluk amacına tutsak olmuş modern kurbanlar olduğumuzu düşünürüm.

Her yaşamın sonunda bir ölümün olmasıyla ortaya çıkmış bir buluştu mutluluk, insan yapımı. Bitmemesi üzerine kurduğumuz hayatın, biteceğini bildiğimiz için yarattığımız.
Bir de görsek ki bitmiyormuş hiçbir şey!.. Kime itiraf ederiz ilk hayal kırıklığını?
Dağlar kadar ilham geçecek olsa bir sanatçının ruhundan? Ya da bilgi, bilim adamlarının aklından. Nasıl bir hüzünde kayboluruz, şairler gördüğümüzde akıntıya kapılmış, kelimelerde boğulan.?

Yokuş aşağı inen uzun, upuzun bir sokağın bir parça denizle biten ucuna sığabiliyordu oysa bütün çocukluk mutluluğum… Sokağın ucunda o deniz paçasını görmekti her şey.
Derinleştikçe koyulaşan mavi…
En güzel tonu hep uzaktan gördüğümüzde yakaladığımız…


Mutluluk mesafeyi korumaktı varlıkla ve yoklukla. Bu en ekonomik ve verimli yoluydu en çok zamanı geçirebilmek için mutlulukla.
Anlam yüklememekti belki de her alınan nefese. Anlamını bulanları ayırabilmekti hatıra kasasına.
Günlerin getirdiklerini ne sadece aklımızın kontrolüne ne de sadece duygularımızın hükmüne bırakmaktı.
Ve diyelim ki; dünyadaki tüm bilgilerle donansak ve her duruma kendimizi hazırlasak da, mutluluğun sırrı belki de sadece zamanın bir yerinde durup geriye bakmaktı.


elli bir yılın hikâyesi

Bernard Shaw, yaşını açıkça söyleyen bir kadından korkulması gerektiğini; çünkü bunu açıklayan bir kadının her şeyi açıklayabileceğini söyle...