4 Eylül 2013 Çarşamba

DENEMELER ve YANILMALAR-Yarısı boyanmış bir resim tutmaktı elinde, mutluluk.

Mecburiyetlerden, endişelerden, zaman ayarlı gelecek planlarından arınmış bir rüyada yürümek.
Bir rüya olduğunu bilmeden.
Kendisiyle baş başa kalan insanın boyaması kendi geçmiş tablosunu, gelecek umutlarını, kendi istediği renklerle. Bir yandan da “Yaşam ne büyük bir yanılsamaymış” demesi…
Hissettiğinin mutluluk olduğunu sonradan anlayarak…
Anladığında o an’ın da geçip gittiğini görerek…


Bu insan denen karmaşa…
Hatıralarla ve hayallerle mutlu olunuyorsa, gerçeklerden geçilmiyor demek ki mutluluğa. 
Gelir gelmez başka bir gökyüzüne göz kırpan, hissedildiği an kanatlanıp giden bir duyguya bu kadar bel bağlamak…
Bu kadardır işte, acınacak kadar sadece. Yolculuğun kendisidir işte. Durduğunda bitip gitmiştir bile.
Baktığında göremediğin.
Yarısı boyanmış bir resim tutmaktır elinde mutluluk. Diğer yarısı tamamlanabilecek kadar beyaz boşluklu.
Sana verilen yüzü bir başkasının güldürmesidir bir an.
Yarısı bitmiş bir evdir, içindeki huzuru hayallerle tarif ettiren.
Mutluluk bilmemektir, tanımamaktır aslında, görünür gerçekliklerden geçmeyen... Gerçeklerden geçilmiyor demek ki mutluluğa…

Uzun bir otobüs yolculuğunda duygular hızlanır, içimdeki dünya, dışarıda hızlı hızlı geçip giden dünyaya karışır. Bazen içimde bulurum mutluluğu, bazen dışarıda. Cam kenarı koltukta, camın diğer tarafında, ıssızlığın ortasında, içinde kaybolduğumuz şehirli hayata meydan okuyan, bir saçak altında mutlu olduğunu düşündüğüm bir yaşam karesi mesela. ‘Mutluluğu’ hayalimden çıkarıp yapıştırıverdiğim. Etiketlediğim. Kalabalıkların ve binaların ortasında yapayalnız kaldığımda hatırlamak için. Saniyeler içinde görünüp kaybolan o resimde, iki insanın sözsüz diyalogunun anlık renkli görüntüsünde, belli ki ne giysiler, ne de akşam yemekleri, ne tatil planları önemli... Belki mutluluk da önemli değil hatta.
O gördüğüm renklerden çok azının kendimde olduğunu bilirim. Bu bir seçimse, yapılmış benim için, veya yapmışım. Çıkıp gitsem, artık yeni seçimlere aşina olmak için geçecek süreden ürkerim.
Mutluluk amacına tutsak olmuş modern kurbanlar olduğumuzu düşünürüm.

Her yaşamın sonunda bir ölümün olmasıyla ortaya çıkmış bir buluştu mutluluk, insan yapımı. Bitmemesi üzerine kurduğumuz hayatın, biteceğini bildiğimiz için yarattığımız.
Bir de görsek ki bitmiyormuş hiçbir şey!.. Kime itiraf ederiz ilk hayal kırıklığını?
Dağlar kadar ilham geçecek olsa bir sanatçının ruhundan? Ya da bilgi, bilim adamlarının aklından. Nasıl bir hüzünde kayboluruz, şairler gördüğümüzde akıntıya kapılmış, kelimelerde boğulan.?

Yokuş aşağı inen uzun, upuzun bir sokağın bir parça denizle biten ucuna sığabiliyordu oysa bütün çocukluk mutluluğum… Sokağın ucunda o deniz paçasını görmekti her şey.
Derinleştikçe koyulaşan mavi…
En güzel tonu hep uzaktan gördüğümüzde yakaladığımız…


Mutluluk mesafeyi korumaktı varlıkla ve yoklukla. Bu en ekonomik ve verimli yoluydu en çok zamanı geçirebilmek için mutlulukla.
Anlam yüklememekti belki de her alınan nefese. Anlamını bulanları ayırabilmekti hatıra kasasına.
Günlerin getirdiklerini ne sadece aklımızın kontrolüne ne de sadece duygularımızın hükmüne bırakmaktı.
Ve diyelim ki; dünyadaki tüm bilgilerle donansak ve her duruma kendimizi hazırlasak da, mutluluğun sırrı belki de sadece zamanın bir yerinde durup geriye bakmaktı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

elli bir yılın hikâyesi

Bernard Shaw, yaşını açıkça söyleyen bir kadından korkulması gerektiğini; çünkü bunu açıklayan bir kadının her şeyi açıklayabileceğini söyle...