Mecburiyetlerden,
endişelerden, zaman ayarlı gelecek planlarından arınmış bir rüyada yürümek.
Bir rüya olduğunu bilmeden.
Kendisiyle baş başa kalan
insanın boyaması kendi geçmiş tablosunu, gelecek umutlarını, kendi istediği
renklerle. Bir yandan da “Yaşam ne büyük bir yanılsamaymış” demesi…
Hissettiğinin mutluluk
olduğunu sonradan anlayarak…
Anladığında o an’ın da geçip
gittiğini görerek…
Bu insan denen karmaşa…
Hatıralarla ve hayallerle mutlu olunuyorsa,
gerçeklerden geçilmiyor demek ki mutluluğa.
Gelir gelmez başka bir gökyüzüne
göz kırpan, hissedildiği an kanatlanıp giden bir duyguya bu kadar bel bağlamak…
Bu kadardır işte, acınacak kadar sadece. Yolculuğun
kendisidir işte. Durduğunda bitip gitmiştir bile.
Baktığında göremediğin.
Yarısı boyanmış bir resim tutmaktır elinde mutluluk.
Diğer yarısı tamamlanabilecek kadar beyaz boşluklu.
Sana verilen yüzü bir başkasının güldürmesidir bir
an.
Yarısı bitmiş bir evdir, içindeki huzuru hayallerle tarif
ettiren.
Mutluluk bilmemektir, tanımamaktır aslında, görünür gerçekliklerden
geçmeyen... Gerçeklerden geçilmiyor demek ki mutluluğa…
Uzun bir otobüs yolculuğunda duygular hızlanır, içimdeki
dünya, dışarıda hızlı hızlı geçip giden dünyaya karışır. Bazen içimde bulurum mutluluğu,
bazen dışarıda. Cam kenarı koltukta, camın diğer tarafında, ıssızlığın
ortasında, içinde kaybolduğumuz şehirli hayata meydan okuyan, bir saçak altında
mutlu olduğunu düşündüğüm bir yaşam karesi mesela. ‘Mutluluğu’ hayalimden
çıkarıp yapıştırıverdiğim. Etiketlediğim. Kalabalıkların ve binaların ortasında
yapayalnız kaldığımda hatırlamak için. Saniyeler içinde görünüp kaybolan o
resimde, iki insanın sözsüz diyalogunun anlık renkli görüntüsünde, belli ki ne
giysiler, ne de akşam yemekleri, ne tatil planları önemli... Belki mutluluk da
önemli değil hatta.
O gördüğüm renklerden çok azının kendimde olduğunu
bilirim. Bu bir seçimse, yapılmış benim için, veya yapmışım. Çıkıp gitsem,
artık yeni seçimlere aşina olmak için geçecek süreden ürkerim.
Mutluluk amacına tutsak olmuş modern kurbanlar
olduğumuzu düşünürüm.
Her yaşamın sonunda bir ölümün olmasıyla ortaya
çıkmış bir buluştu mutluluk, insan yapımı. Bitmemesi üzerine kurduğumuz hayatın,
biteceğini bildiğimiz için yarattığımız.
Bir de görsek ki bitmiyormuş hiçbir şey!.. Kime
itiraf ederiz ilk hayal kırıklığını?
Dağlar kadar ilham geçecek olsa bir sanatçının
ruhundan? Ya da bilgi, bilim adamlarının aklından. Nasıl bir hüzünde kayboluruz,
şairler gördüğümüzde akıntıya kapılmış, kelimelerde boğulan.?
Yokuş aşağı inen uzun, upuzun bir sokağın bir parça
denizle biten ucuna sığabiliyordu oysa bütün çocukluk mutluluğum… Sokağın
ucunda o deniz paçasını görmekti her şey.
Derinleştikçe koyulaşan mavi…
En güzel tonu hep uzaktan gördüğümüzde yakaladığımız…
Mutluluk mesafeyi korumaktı varlıkla ve
yoklukla. Bu en ekonomik ve verimli yoluydu en çok zamanı geçirebilmek için
mutlulukla.
Anlam yüklememekti belki de her alınan
nefese. Anlamını bulanları ayırabilmekti hatıra kasasına.
Günlerin getirdiklerini ne sadece
aklımızın kontrolüne ne de sadece duygularımızın hükmüne bırakmaktı.
Ve diyelim ki; dünyadaki tüm bilgilerle donansak ve her duruma kendimizi hazırlasak da, mutluluğun sırrı belki de sadece zamanın bir yerinde
durup geriye bakmaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder