28 Mart 2014 Cuma

ÖLÜM SON SÖZÜDÜR HAYAT YANILGISININ

Bir yoklukken, onca varlık içinde 
Artık bir varlıktım onca yokluk içinde...

Bekliyorum...Birden nasıl da dibe vurdum diye düşünerek.
Bir odanın içinde gözlerim
Köşede bulduğum siyah beyaz çocukluğuma bakıp, 
Herkese bir gün yaşamak isterim diye anlatıp durduğum
Hiç yaşamadığım o avlusu gölgeli ağaç yüzlü evlerin birinde,
Hiç hissetmediğim kadar mutlu hissetmiştim...
Giderek ağırlaşan adımlarla anıların eski sokaklarına uzanmış, 
Hiç bitmeyecek ve hiç gitmeyecek sandığım ne varsa
Hepsinin bittiği ve herkesin gittiği hikayenin adını bulmuştum...
Başından beri kendini yaşamakla kandırmaktı; ölüm
Ölüm. Ölüm işte!
İşte bu kadardı...

Her nefes biraz suçlu gibi alınır artık kalanlarca, biraz pişman gibi, 
Gülmeyi bekleyene umut vermez gözler, uzaklaşır, biraz kaçar gibi,
Güneş aşıklar için oyalanmaz artık uzak ufukta, batması artık biraz solar gibi...
Düpedüz aşağılık bir niyetin çağrısıyla gelmemişse başa
Düpedüz bilinmez olmanın verdiği güçle gelecektir mutlaka...
Mutlaka gelecektir bir gün
Mutlaka gelecektir ölüm...

Her gün yeniden tanışıp, her gece yeniden vedalaştığım, her harfine yenik düşe düşe adını tekrarladığım, dönüşü olmayan o gitmek işte, 
Gitmelerin en zor ve en yalnız hali...
Sanırım, gördüğümü anladığım kadar
Gitmelerden geriye kalan yavaş yavaş parçalanan ruhlar, yavaş yavaş bütünleştiğinde, kimsenin yeri kimseyle dolmamıştır. 
Olan sadece biraz hayatla yamamaktır boşluğu...
Biraz kafa dağınıklığı, biraz anı kırığı, biraz başkaları, biraz olma olasılığı, biraz olgunluk ümidi, biraz dua, biraz aklın yolu...
Her acı nöbetinde yeni bir oyuncak balyasını çözüp yaşama katmak...
Çabuk alışıyor insan acının alışkanlığına ilk zamanlar
Güneş gibi yaklaştıkça ısıtıyor mu yakıyor mu, farketmiyor acının rüzgarı varken.

İnsan olmak, istisna olamamaktır. 
En çaresiz anı, ölme anı, insan olmaya en çok yaklaştığı andır
Uzak zamanın elinde bir kuru çiçek gibi kalır yaşam,
Geçmiş öyle ağır çeker ki, iki adımda tükenir kim olsa, taşımaktan.
Ne çok korkmakmış bu, yollar boyunca yürürken yaşanmadık yer, basmadık yer bırakmaktan
İnsan olmak, istisna olamamaktır. 
Ölüm, sen gelene kadar yoksunduk biz yoksunluktan...











21 Ocak 2014 Salı

HIZLI GÖLGELER GEÇERKEN

                                                            (Resim: "RAIN CITY"; Leonid AFREMOV)

Soluk aldığımız hava bozdu, sağanak ve dik başlı
Yağmur altında koşarken, şehrin saçak altları bezgin,
Zoraki bir ışık tutuşturmuş biri elime,
Sağa sola savrulurken karıştı birbirine ışık, gölge

Ağır çekim sevinçlerden,
Hüznün hızlı trenlerine bindi hayat
Açılan kapılardan akan hayallerden geçti yalınayak,
Gerçeklerin gri betonuna kaldırdı başını
Çekip gitme vakti gelmişti daha ne olduğunu anlamadan
İlk hali gibiydi giderken, bir öpücük gönderdi,
Yıldızları hala sadıktı gökyüzüne
Bazı şeyler öylece bilinirdi,
Her ruh karanlığa bir anlık çare.

Korkutuyor merakın geleceğe açılmış gözleri
Bitiyor diye bağırıyor karanlığın içine telaşla
Arkasından bakıyor özlediklerim ve vazgeçtiklerim
Ah hem unutsalardı beni, hem de tanısalardı ilk bakışta...

2 Ocak 2014 Perşembe

An be An Zamana Emanet




Zaman sarartır her resmi,

İçinde olduğun ve olmadığın,

Gerçeklerinden kalan ya da düşlerinde boyadığın…



Kır dallarını bağlılıkların, 

Sözlerin, beklentilerin, u
mutların,

Mutsuzluk kolay yayılır daldan dala,

Kuşlar gelmez peşinden, bilmedikleri sabahlara. 


Kim bilir daha kaçımız bırakıp içindeki çocuğu

Ağlamaklı yüzüyle toprak bir yolda,

Savrulup gideceğiz son resimlerimizden çıkıp, 


Bizim olmayan uzaklara...

15 Aralık 2013 Pazar

DENEMELER ve YANILMALAR-Aslında Her Şey Benim Yüzümden


Aslında her şey benim yüzümden.
Biraz daha şehirli olsaydım, duygularım ilaçlı,
Kelimelerim budanmış ağaçlar

Sabah olmadan gizli bir elin söndürdüğü
Yeni kesilmiş çimlerde lamba ışığı tutkular

İnanıp değer verdiğim her şey
Arkamı döner dönmez eriyip gidince
Kendime yeni yollar bulmayı yasaklamayıp 
Yalnızlığın üzerini yalnızlıkla boyamamış olsaydım
Biraz daha şehirli olsaydım...

Kulaklarımı sağır ediyor konuşulmayanlar
Pazarlık ederken buluyorum kendimi her gün, gelecekle
Çok sevmek durmalıdır sevmemeye geçmeden önce
Tüm yüzünü dokunarak bulduğum, hayallerimin ülkesinde
Biraz daha şehirli olsaydım
Başlamadan bitmiş aşklar mezarlığında
Yeni başlangıçlar arar,  en kolay kendime kanardım.


11 Aralık 2013 Çarşamba

RAKAMLAR / NUMBERS


Bilinmezlik denizi içinde körler ve sağırlar,
Mahkumların küçük kürekleri rakamlar,
Çaresizlik ve umudun toplamı, alınan yol
Hayat hayallerden az olursa neye yarar...

Aşksız bir boşlukta dönen dünya,
Sayısız sevgi yalanıyla beslerken insanı
İnsanla beslenip ölen dünya.
Kürekleri rakamlardan mahkumlar
Gidemedikleri yollardan dönemeyen
Anlayabildikleri hiçbir şeyin içinde
Bir hiçlikten bir hiçliğe dönen dünya.

***
Blinds and deafs in the sea of the unknown
Prisoners with their little rows of numbers,
The sum of despair and hope makes the road taken
What is the good of it, when life is less than dreams?

World revolves in a loveless emptiness

Feeds the human with numerous lies of affection
World, dies as it gets fed by human
Prisoners with their rows of numbers,
Whom shall not return from the paths yet not beaten
Inside of nothing they can comprehend
World, from one nothingness to another it revolves



26 Kasım 2013 Salı

EMRE AYDIN dostluktur...


"Kağıt evler içinde
Ateş yakmak gibi ısınmak için
Sana gelmek böyle işte 
Parçalanmak milyon kere 

O iğne sessizliği 
Bir terzi ağzındaki 
Sensiz olmak böyle işte 
Niye böyle, niye?"




İnsan duygularının görünürde olan, gündelik, maskeli basit notaları olmadı hiç, onun dolaştığı yerler. Olaylar yaşanır, insanlar kabuklarına çekilir ve yaşadıklarını düşünmeye başlar ya... Oralardadır şarkıları. Derinlerde, kendimizle baş başa kalıp, içimizdekilerle konuşmaya başladığımız yerlerde.. Öfkemizi kontrol edemediğimiz, kendimize yalan söylediğimiz, kendimize her şeyi itiraf ettiğimiz, kendimizden nefret ettiğimiz, kendimizi koruduğumuz, gözyaşlarının, uykusuzluğun, gururun, incinmişliğin kol gezdiği yerlerde, belki de en çok 'insan' olduğumuz yerlerdedir onun şarkıları. 
Derinlerinde gezer insanın, bir şeyler bulup gelir hep, inci gibi. Onun yazdıklarını kutuya koyar saklarız anıların sandığında.
O bir inci avcısıdır...


“Bir şarkıyı kendiniz için yazmıyorsunuz aslında. Şarkıyı yazmaya kendiniz için başlıyorsunuz ama sonra başkası için düşünme aşaması geliyor. Bir şarkıyı kırpmak hep başkası için yapılan şeyler. İşin samimiyetinin yanında başka şeylere de ihtiyaç var başarı için.” EA

Türkçe sözlü müzik evreni benim baktığım noktadan hep yoğun, belirsiz bir toz bulutu olarak göründü. İçine hiç girmediğim, hep kıyılarında dolaştığım, samimiyet duygusunu bulma beklentimi yıllar önce kaybettiğim, ya da belki de hiç aramadığım...Çok az örneğin kalbime yaklaşabildiği, çok daha azının kalbime dokunabildiği, bambaşka hedeflere yönelmiş, anlamadığım kuralları, değerleri olan bir endüstri...Sanki hedefi insanların duygu dünyalarında kalıcı bir yere sahip olacak işlere imza atmak değil de, dillerinde ucuz bir tekerleme, şımarık bir marka eşya olabilmek, kullanıp atabilecekleri, yenilerini alabilecekleri bir tüketim malzemesi olmakmış gibi...

Neredeyse tüm örneklerini izlemeyi, dinlemeyi reddettiğim bu evrende kendi dünyası, ruhu olan bir ödül gibi durur Emre Aydın yıllardır. Adaletsiz rekabetin olduğu kesin olan bu dünyada, gücünün de korunma kalkanının da içindeki büyük samimiyet olduğuna inandığım varlığıyla kendisinden hep emindir; kendisi olarak, kendi hissettikleriyle, kendi kırgınlıklarıyla, içine kapanışlarıyla, yaptıklarıyla, yapmak istedikleriyle. Emre Aydın güvenilirdir. Ne hissettiyse o'dur.

Benim için O hep Ege'dir...

Afili Yalnızlık albümünü dinleme sayım herhalde binlerle ifade edilebilir. Kelimelerin müzikle birlikte oluşturduğu kimya, benim albümü dinleme zamanlarımdaki ruh halimin de o kimya ile uyumlu olması, uzun bir süre sadece bu albümle ilgilenmeme sebep olmuştu. Hala da sık sık parçalar dinlerim Afili Yalnızlık'tan. Parçaların Ege atmosferinde yaratıldıkları o kadar belirgindir ki, dinledikçe o güneşli günler, güneşli günlerin içinde yaşanan duygusal gerilimler (bunu o sıcak iklimin insanları anlar) hissedilir. Evet güzel bir maceradır hayat ama bir dönemin bitişi ve değişim giderek yaklaşmaktadır. Güneşli günlerin içinden geçer ve büyürüz. Artık yağmur da olacaktır hayatlarımızda, yapayalnız beklediğimiz havaalanları da, boş evler de, hayal kırıklıkları da. Ruhlarımız biraz daha kirlenecek ve biraz daha acıya katlanır hale geleceğiz. Kabuklarımız sertleşecek, hüznün de aşkın da yakıcı etkilerine karşı derimiz biraz daha kalınlaşacaktır. Olması gerektiği gibi. Her şeyi daha doğru analiz etmeye başlarız, isyanlarımız, şikayetlerimiz azalmıştır...Daha çok tanırız kendimizi. Ve Kağıt Evler süreci başlar böylelikle...


Kağıt Evler'de, güneşli hava Kuzey Avrupa havasıyla ve teknolojisiyle yer değiştirmiş olsa da, ben o Ege ruhunun-belki giderek olgunlaşan haliyle- Emre Aydın'ın içinde var olduğunu biliyorum ve bu bir başka albümünde veya albümlerinde yine kendisini gösterecektir. Belki daha modern formatlarla ama o bildiğim ve sevdiğim esintiyle. Benim için Emre Aydın hep Ege'dir...
(Kısa bir süre sonra yeni albümü "Eylül Geldi Sonra" çıkacak. Sözünü ettiğim olgun Egeli ruhun o albümde var olduğunu hissediyorum. )

Uzakta bir yakın arkadaş...

Uzakta bir yakın arkadaşın var olduğunu bilmek nasıl her akla geldiğinde ısıtırsa insanın içini, öyledir Emre Aydın. Yalnızlığın sonuna kadar gitse de insan, uçurumdan düşmeyeceğini bilmesidir. "Aralarında her zaman kilometreler olan, anlık karşılaşmalar dışında yüz yüze konuşmamış iki insan arasında dostluk yaşanabilirmiş" dedirtir varlığı. Uzaktaki yakın arkadaş olduğu içindir belki de; anılara yakın durması, 'yaz gibi', 'İzmir gibi', mutlu günler gibi, özlenen değerli her şey gibi olması...Özlenen değerli her şey gibi ağlatır o da, veya ağlatırken başınızdan aşağı bir kova dolusu yaşam enerjisi döker gider. Karıştırır, alt üst eder, tanıştırır, içimizde kendimizden bile sakladığımız duygularla.

"Ayrı ayrı iki korkak tanık
İki ayrı sus payı
İki yalan gibiyiz
İki hiç kimse

İki ayrı trenle
Uzaklaşan
Gitgide
Nefes alıp verdikçe"

Emre Aydın hayatı şarkılarıyla gözlemlerken ona yakın durma sebebim var tabii ki. 'Öğreniyorum' çünkü. Çok şey öğrendim ve daha da çok şey öğreneceğimi biliyorum. Mümkün olsa gözlerinin arkasında durmak istemem de ondandır. Nerelere, nasıl baktığını bilmek istediğimden.
Ve öyle şarkılar yazar ki, aynayı doğrudan yüzüme tutar. Saklayacak bir şey bırakmaz. En 'insan' halimle teslim olmak kalır geriye...
O da bakar bu yaşamda aynı yerlere, aynı dili konuşur, aynı fırsatları ve fırsatsızlıkları yaşar, aynı mutsuz yollarda durup kararlarını kabul ettirmeye çalışır, kendi yolundan da emin olmak ister mutlaka ama kimsenin yapamadığı bir büyük ustalıkla değerlenir bütün bu yaşadıkları onun dünyasında. Kelimeler döküldüğünde notalarının üzerine, karşımızda duran, bildiğimiz ama anlatamadığımız yönleridir insanın. Bu tanışmadır, kiminin başını döndüren, kiminin de kıskançlık oklarını sivrilten...

Evet çok kıskanılır...

'Hep' dir o, 'Hiçbir zaman' değildir.

Onun kelimeleri vardır, sadece onun olan, sadece ona yakışan. Kendisine yakışanları bildiği için, bulduğu içindir zaten hikayesini başlatan, büyüten..Herkes söz yazarken, o sözlerden köprüler kurar, insanın içine yürüyebilmek için...Köprüden geçer, insanı elinden tutar birlikte karşıya geçerler ve insanı birlikte seyrederler. Şarkıları kendisi gibi, kendisi şarkıları gibi olduğundandır belki, uzanıp dokunabilecek kadar yakın, sanki bin yıldır özlüyormuş gibi uzak hissetmek...

O, Emre Aydın olur bütün bu sebeplerden...En yakınında veya en uzağında dururken özlenen.
"Bir zamanlar dinlerdim" diyen hiç dinlememiştir aslında  "İsmini duymadım" diyenle eşittir. Çünkü çıkmayan bir iz bırakır dinleyenin kalbinde. Emre Aydın dinleyenin hayatla meselesi vardır. Ve hayatla meselesi olan insanlar birbirlerini anlarlar. Onu sevenlerin birbirlerini de sevmesi ondandır.

"İnsanlar hakkındaki kararımı ilk 7 saniye içerisinde veririm ve bu konuda hiç yanılmadım."EA

Kime kalabalık karşısında iki saat durma fırsatı verilse, kalabalığın gözüne bakar ve o gözlerde öncelikle kendi yansımasını arar. Fakat bir tek o kalabalığa karşı durur ve tek tek herkesin gözlerinin içine bakar; görmek için, o insanları gerçekten elinden geldiğince tanımak için. Eğer siz de o kalabalığın içindeyseniz, fark edeceksiniz sizi gördüğünü. Gerçekten 'gördüğünü'.



Emre Aydın benim duygu dünyamın demirbaşıdır. 'Kimse olmamıştır, olamamıştır onun gibi'...Daha gidilecek çok yol vardır birlikte...O yaşadıkça bize anlatacak, biz daha çok tanıyacağız kendimizi...

22 Kasım 2013 Cuma

Dönerken dünya karanlık yüzüne, bırakırdı beni içimdeki müziğe...



Dokunaklı bir çift söz her nota,
Tozlu raflarda beklerken geçmiş, sabırla,
Yalnızlığın kaderidir yüzleşmek bir kuytuda
İçinde kalanlarla, bilerek unuttuklarınla.


Geceye sırları açmayı denediğimde,
Aşka bağlanmaya gidip, eli boş döndüğümde,
Neyin anı olup biriktiğini sonradan gördüğümde,
Her yaşadığım yeni yerde yeniden büyüdüğümde,
Yollarımı kesiyordu müzik.


Kaç vazgeçiş birikti
sevgimi ilk deneyişinden beri,
Kaç vaatle kandırdın ilk gidişimden bugüne,
Sorarken cevapları tükenmiş soruları inatla
Sığınırdım, 
Dönerken dünya karanlık yüzüne
Bırakırdı beni içimdeki müziğe.

14 Kasım 2013 Perşembe

DENEMELER VE YANILMALAR: "Yalnızlık Üzerine Birkaç Söz"...

Hayaller sıyrılır çocuksu çizgilerinden, yüzlerdeki çizgiler derinleştikçe,
Durdurulamaz zaman gelir çalar kapıyı,
Kapı arkasında bir hayat kaçarken ara renklere sessizce. 
Ne çok yalnızlık yetişir büyük kalabalıkların verimli toprağında.
İnsan ne arar da, yılların böyle geçişine göz yumar?
Her bir parçasını bırakır kalbinin, anlatılmayan hikayelerin içinde.
Her hayat gibi olmama telaşında ve herkesten çok mutluluk peşinde


Yaşam…Kozasında sarılmış insanın kanat çırpışıdır, özgürlük masalıyla başı dönmüş haliyle sınırsız yalnızlığa…

Uzaktan iyi görünür aslında özgürlük, kendi rüzgârında uçuşan saçlarıyla.
‘İçinden geldiği gibi yaşamak’ denen o uçsuz bucaksız ülkeye yaklaştıkça, yaklaşır çocukluk.
Yaklaştıkça çocukluk, anıların ağırlığı ve kocaman bir zamanı geri alamamanın çaresizliği de kaybolur sanki.
Kayboldukça çaresizlik, izin verir anılara yakından bakmaya, dokunmadan ve başka bir hayattan kalanlara bakar gibi…
Uzaklaşır, ‘uzaktan korkma’ diye fısıldarken…Duymazsın. Gözlerini sana dikmiş kaç yalnızlık içinde yapayalnız kalırsın…
Yapayalnız…


Yaşam…Kozasından çıkan insanı bekler…Öğretici bir öğütmedir bu… Tükenmenin iyi hikayesinde, iyi başlangıçlar ve yalnız sonlar vardır.

Zamanın elinde herkes bir tutsak iken sevmenin yanılgısında herkes bir tutsağa tutsak.
Bir akşam vakti ölmelidir insan yalnızlıktan, yalnızlıktan ölecekse illa…
Ne güneşin herkesi gölgelere kovaladığı, ne de gecenin ay ve yıldızlara sahne aldırdığı anlarda…
Kalpler kırmışsa kalabalıkların içinde ölmelidir, seviyorsa yalnız…Kalabalıkların sesi yüksektir kendisinden kaçanlar için, sevmenin asaletine yakışansa yalnızlık.

Yolculuksa yalnızlık, duraksızdır. Ya iner gidersin toprağını suyunu bilmediğin bir yerde, ya da yerini alırsın koltuğunda. Gözlerinde kısa izler bırakarak geçer pencereleri ışıklı derme çatma evler.  Issızlığın ortasında durmadan gidersin, varmak istemediğin ve varacağın yere.
Molasız yolculuklar boyunca, bir yalnızlıktan diğerine…
Yalnız yollar, içine çıkmaz sokaklar saplanmış ıssız şehirleri bağlar birbirine. Herkesin sonunu görene kadar dönmeye ikna olmadığı, ayrıcalıklı olmak istediği çıkmaz sokaklar..
Her insan korkar yalnızlıktan, ama yaşayacaksa illa kendisine bahşedilsin ister, en ayrıcalıklı yalnızlıklar.

Ve işte yaşıyoruz,
Nerede görülmüş yalnızlıktan ölen?
Nerede yalnızlıktan güne başlayamayan?

17 Ekim 2013 Perşembe

AŞK'A



Üzerimizde davetkâr bir gece,
İçimde beni değiştiren o müzik
Fark etmiyorum ağladığımı,
Fark etmiyor zaten, ağlamakla gülmek,
Burası delilik ile açıklanabilen bir dünya.
Yarım duyup, yarım görerek atlatılabilen bir rüya.

Dalıp gidiyorum bir geçmişin ardından
Bilmediğim şehrin bilmediğim aralıklarında
Yine bir çocuk kaybolmuş dar sokaklarında
Kayboldukça büyüyor her çocuk, kaybettikçe her şehir,
Sesler tanıdık duygular düşürmüyor peşime
Kaçmayı bile beceremiyorum, belki merak, belki inat
Bağlayamıyorum iplerimi, bir aşinalık çıkartmıyor hayat.
"Aşk budur işte!" diye, bağıra bağıra
Pullarını pazarlıyor, acemi gezginlere
Mutlu resimler veriyor yalandan
Kandırdıkça sevilip, sevildikçe acıtıyor.
Bir sevişmeye satılıyor aşk...



3 Ekim 2013 Perşembe

ALACAĞIN OLSUN İNSAN! BİR KERE ŞAŞIRTMADIN BENİ!




Düşlerden uyanırsın, iğnelerden bir yatak
Ağzında tadı kalmış eski bir aşkı yutkunarak,
Çok geçmiş önceden, tutkuyla yaşamış,
Çok gelecek sonraya, yeniden başlamış olabilirsin,
Ama şimdide cezan ağır; ‘Seçimler yapmak’!
Kendini kandırmak için daha çok sözcük bulmak
Bir an durup acırken kendine, bir an yara izlerini unutmak

Alacağın olsun insan! Bir kere şaşırtmadın beni!
Hikayenin ortasında takdir edilesi bir çaba,
ama yazık ki, sonu o  bildik yağmura yakalanma
Tatmin bekleyen bedenler, aklın ağzını oyalarken,
İçindeki köşelerde hep bir ‘görünmeme’ beklentisi,
Tanrılara benzediğini söylüyordu hala aynaların,
Ben kapıdan çıkarken, arkamdan sinsi sinsi.

Konup konup kalkıyor umudum, yorgun
Kalpte o büyük yaraya bakıp beni çağırıyor
En sevdiklerim listesinde en üst sıra.
Duyamıyorum, acının sesine karışıyor sesleri
O kadar kırılmışım ki, parçalarımın çoğu çoktandır kayıp,
Her gün çoğalırken şehir gözümün önünde
Kaç sahipsiz şiir atıldı kim bilir sokağa…

28 Eylül 2013 Cumartesi

UMUTLARIN BİTTİĞİ AN




Hayatı elinden alınan her zaman yolcusunun
Gördüğü kâbuslu rüyalar aynı renkti belki,
Sürgüne giden her ruh için savaşmak
Söndüremediği yangınlarla yaşamaktı.
Gökyüzü başka, yıldızlar başka parlarken,
Güneş belki de artık hiç doğmayacaktı…
İlk ve son yolculuğunda,
Ait olduğu ve ona ait olan her şey
Denizlerin arkasında, güneşten hızlı
Hareli kızıllığın nefesinde kayboldu.

Bir kadın…
Sonunu kendisinin de bilmediği yolda,
Altından ateşlerin aktığı köprülerden,
Yarını olmayan bugünlere geçerken
İçinde büyüyen umutsuzluk,
Bir lahit kapağı gibi ağır ağır düştü,
Işığını söndürdüğü umudun üzerine.
Teslim ettiği ruhu kaldı,
İçi boş ve ayaklarının dibinde,
Zamanı bıraktığı yerde…

Ve suya düşmüş aksine bakarken şehir,
Çıktığı sonu belirsiz bu yolculukta
Alacağı yaralarda ve intikamlarda
Masumiyet onu ilk terkeden olacaktı.
Bir çocuk oyunu kuralsızlığında,
Ortasında çıkıp gittiği geçmişin
Bin parça hayaline yorgun bir veda,
Kaderine sırtını dönmüş, kıyıya yaklaşırken,
Gözleri ufuk çizgisinde nafile aradı
Bir tanıdık yüz, bir tanıdık seda…

sevmek korkusu*

" Dünya alabildiğine doludur. Dünyada bakışları birbirine benzeyen birçok insanlar, deniz kenarında yıkanır; dağların üstünde buzlar iç...