8 Mayıs 2014 Perşembe

İÇİ DIŞI BİR OLMALI, İNSANIN DA SOKAĞIN DA...



Bir çocuk odası masumiyeti olmalı
Mahallenin sokağında,
Oyuncaklar ortada, yola düşmeden az önce durmuş bir top,
Bisiklet yana devrik, öylece beklemeliler sabahı
Kimse şaşırmamalı gecenin bir vakti de olsa
Yolu düştüğünde,
İçi dışı bir olmalı insanın da, sokağın da...
Çocuk kalbi gibi, açık ve hesapsız...


29 Nisan 2014 Salı

İNSANIN DOĞABOZUMU MEVSİMİ



Betondan hücrelerce yeni hayat masalı döküldü
Sonu çoktan gelmiş bu isimsiz çağın başından aşağı
Yalnızlık, en çok itibar gördüğü anlarını yaşarken
Adı ıslak betonlara kazındı reklam ışıkları altında

Yok olan her şey küçük oyuncaklar olarak yığıldı 
Diz boyu tarihin balçıklı yollarında kendini var edip 
Düze çıkınca yok eden insanın karşısına
İnsan insanı bu defa hiç yapmadığı kadar iyi kandırdı

Evlerce masum mutluluk kül olurken, yandı dünyanın gözleri,
Asırlarca konuşmamalı belki de artık kimse,
Tekrar duyulur olana dek, sevginin sessiz cümleleri.

Yeni akıl yapıtlarının içi boş siluetleri
Kat kat yükselir, duygu duygu iterken insanı yerin altına
Her güne hiç savaşmadan kaybedilen bir savaş daha eklenir
Uğultulara teslim olmuş bugün yine bir şehir daha

Köşelerinde soluksuz bırakılmış mutsuz insanların üzerine basa basa
Koşar adım, kaçar adım birbirine karışır amaçsız hırslar
Bir varken bir yoktur artık  
Kendisinin bile bilmediği bir yolun sonunda

Durup durup yeniden kurar olduk saatleri yaşama sevincine uyanmaya,
Geçip gidiyor kal dediğimiz yerden hayat
Arkasında bıraktığı koskoca bir yalan
Başka bir gerçeğe akıp gidiyor zaman..

Belki de en onurlu yaşayanlar, 
Çağırsak da gelmeyecek olanlardı siyah beyaz resimlerden
Hücrelerce çoğalırken yalnızlık
Kalplerce göç ettik birbirimizden...



14 Nisan 2014 Pazartesi

DENEMELER ve YANILMALAR-"Bir cenaze töreni başlar, bir insanı hiç tanımadığını anlayınca..."


Birbirine sarılmış ağlayanların ve çaresizce sessizliğe bürünmüş öylece duranların içinde biraz mesafeli, kırılgan güvensizlikleri ile bekleyen bir kaç mutsuz kadın..
İçlerinden birisi, hüznün ağırlığında ezilmiş, gelip gelmemekte kararsızken kendini zorlamış gibi. Oysa hikayeyi hızla ileri sarsalar, bir insana veda etmeye gelmenin bazen bir yabancıya hoş geldin demek olduğunu görecekti.
Kendisini saklamayı iyi bilmiş bir adamın bütün yüzleri, kadın suretinde çıkıp gelmişti cenazesine. 

Bir cenaze töreni...Yaşamın hızlandırılmış hali.
Kadınlar adamın değişik ruh halleri...Çocuk yanı, anne özlemi, şehvetli geceleri, güvenli limanı sorgulanmak istemediği..Ve bir dua, kiminin bildiği, kiminin hiç bilmediği bir dilde. Gökyüzüne her baktıklarında bambaşka inanışlara yalvarmış meğer gözleri...
Ve bir çocuk, sadece bir kadının bildiği..Diğer kadınların kat kat açılmış hüzün labirentinde gizlenme sebebi.
Bir şarkı, bir adamın bir çok kadınla ayrı ayrı 'ikili' yarattığında duymak istediği...Şarkı, bilmeden hizmet ettiği kurguda, adamın gizli bahçelerinin fon müziği.
Hayat bilgisi gibi, insan anatomisi gibi, insanın eti, kemiği, kanı, içi, dışı...
Sevmemiş değil, sevilmemiş olmanın sabah güneşi gibi vurması insanın gözüne,
Uykuya doyamamış bir odanın perdesiz yakalanmış havasız havasına.
Gerçeği yaratanlar, gerçeğe bakanlar ve gerçeği anlayanların dünyasında gerçeği yaratan birinin gitmesi...


Hiç tanımamış olduğunu anladığında yakalar ölüm, yakalarından sarsar insanı 
Anlamak istemeyen kalp bir gemi gibi ağır ve hantal, dönüp gidemez,
İki kişiyi öldürmek gerekir şimdi, tanımadığın onu ve tanıyamadığın kendini
Bir cenaze törenidir, bir insanı hiç tanımadığını anlamak...
Hayallerinde kurduğun bahçenin talan edilmesi gibi.
Tekil bencilliğin yapraklarının düşmesi, çıplak gövdesinin kabuk kabuk acıtması kalbini,
Tek kişilik bir masanın çevresinin dolup taşması, sana ait her şeyin elden elde dolaşmasıdır.
Çok hayatta yaşamıştır bir hayata ait olduğu zannedilen...
Masumiyetin beyaz örtüsü üzerinde kirli el izleri gibi.

Hiç tanımamış olduğunu anladığında başlar kalbinin içinde bir ölüm kalım savaşı..

Beklenmedik sonsuz bir hızda, eli yüzü her yeri yabancı topraklara dönüşür yolunu izini bilmediğin,
Kurallar değişmiştir oyunun içinde birden bire, soru soramazsın, cevaplar hepten silip süpürecek varlığını diye...Kendini kaybetmeme telaşına düşersin, kafandaki her şey kaçışırken sağa sola. Tek parça halinde atmak için kendini bir sonraki yarına, alacağı olsun dersin herkesin. Herkes en az herkes kadar masum, herkes kadar hesaplar içinde oysa...
Bir cenaze töreni başlar, bir insanı hiç tanımadığını anlayınca...
Bir cenaze töreni...Yaşamın hızlandırılmış hali.




28 Mart 2014 Cuma

ÖLÜM SON SÖZÜDÜR HAYAT YANILGISININ

Bir yoklukken, onca varlık içinde 
Artık bir varlıktım onca yokluk içinde...

Bekliyorum...Birden nasıl da dibe vurdum diye düşünerek.
Bir odanın içinde gözlerim
Köşede bulduğum siyah beyaz çocukluğuma bakıp, 
Herkese bir gün yaşamak isterim diye anlatıp durduğum
Hiç yaşamadığım o avlusu gölgeli ağaç yüzlü evlerin birinde,
Hiç hissetmediğim kadar mutlu hissetmiştim...
Giderek ağırlaşan adımlarla anıların eski sokaklarına uzanmış, 
Hiç bitmeyecek ve hiç gitmeyecek sandığım ne varsa
Hepsinin bittiği ve herkesin gittiği hikayenin adını bulmuştum...
Başından beri kendini yaşamakla kandırmaktı; ölüm
Ölüm. Ölüm işte!
İşte bu kadardı...

Her nefes biraz suçlu gibi alınır artık kalanlarca, biraz pişman gibi, 
Gülmeyi bekleyene umut vermez gözler, uzaklaşır, biraz kaçar gibi,
Güneş aşıklar için oyalanmaz artık uzak ufukta, batması artık biraz solar gibi...
Düpedüz aşağılık bir niyetin çağrısıyla gelmemişse başa
Düpedüz bilinmez olmanın verdiği güçle gelecektir mutlaka...
Mutlaka gelecektir bir gün
Mutlaka gelecektir ölüm...

Her gün yeniden tanışıp, her gece yeniden vedalaştığım, her harfine yenik düşe düşe adını tekrarladığım, dönüşü olmayan o gitmek işte, 
Gitmelerin en zor ve en yalnız hali...
Sanırım, gördüğümü anladığım kadar
Gitmelerden geriye kalan yavaş yavaş parçalanan ruhlar, yavaş yavaş bütünleştiğinde, kimsenin yeri kimseyle dolmamıştır. 
Olan sadece biraz hayatla yamamaktır boşluğu...
Biraz kafa dağınıklığı, biraz anı kırığı, biraz başkaları, biraz olma olasılığı, biraz olgunluk ümidi, biraz dua, biraz aklın yolu...
Her acı nöbetinde yeni bir oyuncak balyasını çözüp yaşama katmak...
Çabuk alışıyor insan acının alışkanlığına ilk zamanlar
Güneş gibi yaklaştıkça ısıtıyor mu yakıyor mu, farketmiyor acının rüzgarı varken.

İnsan olmak, istisna olamamaktır. 
En çaresiz anı, ölme anı, insan olmaya en çok yaklaştığı andır
Uzak zamanın elinde bir kuru çiçek gibi kalır yaşam,
Geçmiş öyle ağır çeker ki, iki adımda tükenir kim olsa, taşımaktan.
Ne çok korkmakmış bu, yollar boyunca yürürken yaşanmadık yer, basmadık yer bırakmaktan
İnsan olmak, istisna olamamaktır. 
Ölüm, sen gelene kadar yoksunduk biz yoksunluktan...











21 Ocak 2014 Salı

HIZLI GÖLGELER GEÇERKEN

                                                            (Resim: "RAIN CITY"; Leonid AFREMOV)

Soluk aldığımız hava bozdu, sağanak ve dik başlı
Yağmur altında koşarken, şehrin saçak altları bezgin,
Zoraki bir ışık tutuşturmuş biri elime,
Sağa sola savrulurken karıştı birbirine ışık, gölge

Ağır çekim sevinçlerden,
Hüznün hızlı trenlerine bindi hayat
Açılan kapılardan akan hayallerden geçti yalınayak,
Gerçeklerin gri betonuna kaldırdı başını
Çekip gitme vakti gelmişti daha ne olduğunu anlamadan
İlk hali gibiydi giderken, bir öpücük gönderdi,
Yıldızları hala sadıktı gökyüzüne
Bazı şeyler öylece bilinirdi,
Her ruh karanlığa bir anlık çare.

Korkutuyor merakın geleceğe açılmış gözleri
Bitiyor diye bağırıyor karanlığın içine telaşla
Arkasından bakıyor özlediklerim ve vazgeçtiklerim
Ah hem unutsalardı beni, hem de tanısalardı ilk bakışta...

2 Ocak 2014 Perşembe

An be An Zamana Emanet




Zaman sarartır her resmi,

İçinde olduğun ve olmadığın,

Gerçeklerinden kalan ya da düşlerinde boyadığın…



Kır dallarını bağlılıkların, 

Sözlerin, beklentilerin, u
mutların,

Mutsuzluk kolay yayılır daldan dala,

Kuşlar gelmez peşinden, bilmedikleri sabahlara. 


Kim bilir daha kaçımız bırakıp içindeki çocuğu

Ağlamaklı yüzüyle toprak bir yolda,

Savrulup gideceğiz son resimlerimizden çıkıp, 


Bizim olmayan uzaklara...

15 Aralık 2013 Pazar

DENEMELER ve YANILMALAR-Aslında Her Şey Benim Yüzümden


Aslında her şey benim yüzümden.
Biraz daha şehirli olsaydım, duygularım ilaçlı,
Kelimelerim budanmış ağaçlar

Sabah olmadan gizli bir elin söndürdüğü
Yeni kesilmiş çimlerde lamba ışığı tutkular

İnanıp değer verdiğim her şey
Arkamı döner dönmez eriyip gidince
Kendime yeni yollar bulmayı yasaklamayıp 
Yalnızlığın üzerini yalnızlıkla boyamamış olsaydım
Biraz daha şehirli olsaydım...

Kulaklarımı sağır ediyor konuşulmayanlar
Pazarlık ederken buluyorum kendimi her gün, gelecekle
Çok sevmek durmalıdır sevmemeye geçmeden önce
Tüm yüzünü dokunarak bulduğum, hayallerimin ülkesinde
Biraz daha şehirli olsaydım
Başlamadan bitmiş aşklar mezarlığında
Yeni başlangıçlar arar,  en kolay kendime kanardım.


11 Aralık 2013 Çarşamba

RAKAMLAR / NUMBERS


Bilinmezlik denizi içinde körler ve sağırlar,
Mahkumların küçük kürekleri rakamlar,
Çaresizlik ve umudun toplamı, alınan yol
Hayat hayallerden az olursa neye yarar...

Aşksız bir boşlukta dönen dünya,
Sayısız sevgi yalanıyla beslerken insanı
İnsanla beslenip ölen dünya.
Kürekleri rakamlardan mahkumlar
Gidemedikleri yollardan dönemeyen
Anlayabildikleri hiçbir şeyin içinde
Bir hiçlikten bir hiçliğe dönen dünya.

***
Blinds and deafs in the sea of the unknown
Prisoners with their little rows of numbers,
The sum of despair and hope makes the road taken
What is the good of it, when life is less than dreams?

World revolves in a loveless emptiness

Feeds the human with numerous lies of affection
World, dies as it gets fed by human
Prisoners with their rows of numbers,
Whom shall not return from the paths yet not beaten
Inside of nothing they can comprehend
World, from one nothingness to another it revolves



26 Kasım 2013 Salı

EMRE AYDIN dostluktur...


"Kağıt evler içinde
Ateş yakmak gibi ısınmak için
Sana gelmek böyle işte 
Parçalanmak milyon kere 

O iğne sessizliği 
Bir terzi ağzındaki 
Sensiz olmak böyle işte 
Niye böyle, niye?"




İnsan duygularının görünürde olan, gündelik, maskeli basit notaları olmadı hiç, onun dolaştığı yerler. Olaylar yaşanır, insanlar kabuklarına çekilir ve yaşadıklarını düşünmeye başlar ya... Oralardadır şarkıları. Derinlerde, kendimizle baş başa kalıp, içimizdekilerle konuşmaya başladığımız yerlerde.. Öfkemizi kontrol edemediğimiz, kendimize yalan söylediğimiz, kendimize her şeyi itiraf ettiğimiz, kendimizden nefret ettiğimiz, kendimizi koruduğumuz, gözyaşlarının, uykusuzluğun, gururun, incinmişliğin kol gezdiği yerlerde, belki de en çok 'insan' olduğumuz yerlerdedir onun şarkıları. 
Derinlerinde gezer insanın, bir şeyler bulup gelir hep, inci gibi. Onun yazdıklarını kutuya koyar saklarız anıların sandığında.
O bir inci avcısıdır...


“Bir şarkıyı kendiniz için yazmıyorsunuz aslında. Şarkıyı yazmaya kendiniz için başlıyorsunuz ama sonra başkası için düşünme aşaması geliyor. Bir şarkıyı kırpmak hep başkası için yapılan şeyler. İşin samimiyetinin yanında başka şeylere de ihtiyaç var başarı için.” EA

Türkçe sözlü müzik evreni benim baktığım noktadan hep yoğun, belirsiz bir toz bulutu olarak göründü. İçine hiç girmediğim, hep kıyılarında dolaştığım, samimiyet duygusunu bulma beklentimi yıllar önce kaybettiğim, ya da belki de hiç aramadığım...Çok az örneğin kalbime yaklaşabildiği, çok daha azının kalbime dokunabildiği, bambaşka hedeflere yönelmiş, anlamadığım kuralları, değerleri olan bir endüstri...Sanki hedefi insanların duygu dünyalarında kalıcı bir yere sahip olacak işlere imza atmak değil de, dillerinde ucuz bir tekerleme, şımarık bir marka eşya olabilmek, kullanıp atabilecekleri, yenilerini alabilecekleri bir tüketim malzemesi olmakmış gibi...

Neredeyse tüm örneklerini izlemeyi, dinlemeyi reddettiğim bu evrende kendi dünyası, ruhu olan bir ödül gibi durur Emre Aydın yıllardır. Adaletsiz rekabetin olduğu kesin olan bu dünyada, gücünün de korunma kalkanının da içindeki büyük samimiyet olduğuna inandığım varlığıyla kendisinden hep emindir; kendisi olarak, kendi hissettikleriyle, kendi kırgınlıklarıyla, içine kapanışlarıyla, yaptıklarıyla, yapmak istedikleriyle. Emre Aydın güvenilirdir. Ne hissettiyse o'dur.

Benim için O hep Ege'dir...

Afili Yalnızlık albümünü dinleme sayım herhalde binlerle ifade edilebilir. Kelimelerin müzikle birlikte oluşturduğu kimya, benim albümü dinleme zamanlarımdaki ruh halimin de o kimya ile uyumlu olması, uzun bir süre sadece bu albümle ilgilenmeme sebep olmuştu. Hala da sık sık parçalar dinlerim Afili Yalnızlık'tan. Parçaların Ege atmosferinde yaratıldıkları o kadar belirgindir ki, dinledikçe o güneşli günler, güneşli günlerin içinde yaşanan duygusal gerilimler (bunu o sıcak iklimin insanları anlar) hissedilir. Evet güzel bir maceradır hayat ama bir dönemin bitişi ve değişim giderek yaklaşmaktadır. Güneşli günlerin içinden geçer ve büyürüz. Artık yağmur da olacaktır hayatlarımızda, yapayalnız beklediğimiz havaalanları da, boş evler de, hayal kırıklıkları da. Ruhlarımız biraz daha kirlenecek ve biraz daha acıya katlanır hale geleceğiz. Kabuklarımız sertleşecek, hüznün de aşkın da yakıcı etkilerine karşı derimiz biraz daha kalınlaşacaktır. Olması gerektiği gibi. Her şeyi daha doğru analiz etmeye başlarız, isyanlarımız, şikayetlerimiz azalmıştır...Daha çok tanırız kendimizi. Ve Kağıt Evler süreci başlar böylelikle...


Kağıt Evler'de, güneşli hava Kuzey Avrupa havasıyla ve teknolojisiyle yer değiştirmiş olsa da, ben o Ege ruhunun-belki giderek olgunlaşan haliyle- Emre Aydın'ın içinde var olduğunu biliyorum ve bu bir başka albümünde veya albümlerinde yine kendisini gösterecektir. Belki daha modern formatlarla ama o bildiğim ve sevdiğim esintiyle. Benim için Emre Aydın hep Ege'dir...
(Kısa bir süre sonra yeni albümü "Eylül Geldi Sonra" çıkacak. Sözünü ettiğim olgun Egeli ruhun o albümde var olduğunu hissediyorum. )

Uzakta bir yakın arkadaş...

Uzakta bir yakın arkadaşın var olduğunu bilmek nasıl her akla geldiğinde ısıtırsa insanın içini, öyledir Emre Aydın. Yalnızlığın sonuna kadar gitse de insan, uçurumdan düşmeyeceğini bilmesidir. "Aralarında her zaman kilometreler olan, anlık karşılaşmalar dışında yüz yüze konuşmamış iki insan arasında dostluk yaşanabilirmiş" dedirtir varlığı. Uzaktaki yakın arkadaş olduğu içindir belki de; anılara yakın durması, 'yaz gibi', 'İzmir gibi', mutlu günler gibi, özlenen değerli her şey gibi olması...Özlenen değerli her şey gibi ağlatır o da, veya ağlatırken başınızdan aşağı bir kova dolusu yaşam enerjisi döker gider. Karıştırır, alt üst eder, tanıştırır, içimizde kendimizden bile sakladığımız duygularla.

"Ayrı ayrı iki korkak tanık
İki ayrı sus payı
İki yalan gibiyiz
İki hiç kimse

İki ayrı trenle
Uzaklaşan
Gitgide
Nefes alıp verdikçe"

Emre Aydın hayatı şarkılarıyla gözlemlerken ona yakın durma sebebim var tabii ki. 'Öğreniyorum' çünkü. Çok şey öğrendim ve daha da çok şey öğreneceğimi biliyorum. Mümkün olsa gözlerinin arkasında durmak istemem de ondandır. Nerelere, nasıl baktığını bilmek istediğimden.
Ve öyle şarkılar yazar ki, aynayı doğrudan yüzüme tutar. Saklayacak bir şey bırakmaz. En 'insan' halimle teslim olmak kalır geriye...
O da bakar bu yaşamda aynı yerlere, aynı dili konuşur, aynı fırsatları ve fırsatsızlıkları yaşar, aynı mutsuz yollarda durup kararlarını kabul ettirmeye çalışır, kendi yolundan da emin olmak ister mutlaka ama kimsenin yapamadığı bir büyük ustalıkla değerlenir bütün bu yaşadıkları onun dünyasında. Kelimeler döküldüğünde notalarının üzerine, karşımızda duran, bildiğimiz ama anlatamadığımız yönleridir insanın. Bu tanışmadır, kiminin başını döndüren, kiminin de kıskançlık oklarını sivrilten...

Evet çok kıskanılır...

'Hep' dir o, 'Hiçbir zaman' değildir.

Onun kelimeleri vardır, sadece onun olan, sadece ona yakışan. Kendisine yakışanları bildiği için, bulduğu içindir zaten hikayesini başlatan, büyüten..Herkes söz yazarken, o sözlerden köprüler kurar, insanın içine yürüyebilmek için...Köprüden geçer, insanı elinden tutar birlikte karşıya geçerler ve insanı birlikte seyrederler. Şarkıları kendisi gibi, kendisi şarkıları gibi olduğundandır belki, uzanıp dokunabilecek kadar yakın, sanki bin yıldır özlüyormuş gibi uzak hissetmek...

O, Emre Aydın olur bütün bu sebeplerden...En yakınında veya en uzağında dururken özlenen.
"Bir zamanlar dinlerdim" diyen hiç dinlememiştir aslında  "İsmini duymadım" diyenle eşittir. Çünkü çıkmayan bir iz bırakır dinleyenin kalbinde. Emre Aydın dinleyenin hayatla meselesi vardır. Ve hayatla meselesi olan insanlar birbirlerini anlarlar. Onu sevenlerin birbirlerini de sevmesi ondandır.

"İnsanlar hakkındaki kararımı ilk 7 saniye içerisinde veririm ve bu konuda hiç yanılmadım."EA

Kime kalabalık karşısında iki saat durma fırsatı verilse, kalabalığın gözüne bakar ve o gözlerde öncelikle kendi yansımasını arar. Fakat bir tek o kalabalığa karşı durur ve tek tek herkesin gözlerinin içine bakar; görmek için, o insanları gerçekten elinden geldiğince tanımak için. Eğer siz de o kalabalığın içindeyseniz, fark edeceksiniz sizi gördüğünü. Gerçekten 'gördüğünü'.



Emre Aydın benim duygu dünyamın demirbaşıdır. 'Kimse olmamıştır, olamamıştır onun gibi'...Daha gidilecek çok yol vardır birlikte...O yaşadıkça bize anlatacak, biz daha çok tanıyacağız kendimizi...

22 Kasım 2013 Cuma

Dönerken dünya karanlık yüzüne, bırakırdı beni içimdeki müziğe...



Dokunaklı bir çift söz her nota,
Tozlu raflarda beklerken geçmiş, sabırla,
Yalnızlığın kaderidir yüzleşmek bir kuytuda
İçinde kalanlarla, bilerek unuttuklarınla.


Geceye sırları açmayı denediğimde,
Aşka bağlanmaya gidip, eli boş döndüğümde,
Neyin anı olup biriktiğini sonradan gördüğümde,
Her yaşadığım yeni yerde yeniden büyüdüğümde,
Yollarımı kesiyordu müzik.


Kaç vazgeçiş birikti
sevgimi ilk deneyişinden beri,
Kaç vaatle kandırdın ilk gidişimden bugüne,
Sorarken cevapları tükenmiş soruları inatla
Sığınırdım, 
Dönerken dünya karanlık yüzüne
Bırakırdı beni içimdeki müziğe.

14 Kasım 2013 Perşembe

DENEMELER VE YANILMALAR: "Yalnızlık Üzerine Birkaç Söz"...

Hayaller sıyrılır çocuksu çizgilerinden, yüzlerdeki çizgiler derinleştikçe,
Durdurulamaz zaman gelir çalar kapıyı,
Kapı arkasında bir hayat kaçarken ara renklere sessizce. 
Ne çok yalnızlık yetişir büyük kalabalıkların verimli toprağında.
İnsan ne arar da, yılların böyle geçişine göz yumar?
Her bir parçasını bırakır kalbinin, anlatılmayan hikayelerin içinde.
Her hayat gibi olmama telaşında ve herkesten çok mutluluk peşinde


Yaşam…Kozasında sarılmış insanın kanat çırpışıdır, özgürlük masalıyla başı dönmüş haliyle sınırsız yalnızlığa…

Uzaktan iyi görünür aslında özgürlük, kendi rüzgârında uçuşan saçlarıyla.
‘İçinden geldiği gibi yaşamak’ denen o uçsuz bucaksız ülkeye yaklaştıkça, yaklaşır çocukluk.
Yaklaştıkça çocukluk, anıların ağırlığı ve kocaman bir zamanı geri alamamanın çaresizliği de kaybolur sanki.
Kayboldukça çaresizlik, izin verir anılara yakından bakmaya, dokunmadan ve başka bir hayattan kalanlara bakar gibi…
Uzaklaşır, ‘uzaktan korkma’ diye fısıldarken…Duymazsın. Gözlerini sana dikmiş kaç yalnızlık içinde yapayalnız kalırsın…
Yapayalnız…


Yaşam…Kozasından çıkan insanı bekler…Öğretici bir öğütmedir bu… Tükenmenin iyi hikayesinde, iyi başlangıçlar ve yalnız sonlar vardır.

Zamanın elinde herkes bir tutsak iken sevmenin yanılgısında herkes bir tutsağa tutsak.
Bir akşam vakti ölmelidir insan yalnızlıktan, yalnızlıktan ölecekse illa…
Ne güneşin herkesi gölgelere kovaladığı, ne de gecenin ay ve yıldızlara sahne aldırdığı anlarda…
Kalpler kırmışsa kalabalıkların içinde ölmelidir, seviyorsa yalnız…Kalabalıkların sesi yüksektir kendisinden kaçanlar için, sevmenin asaletine yakışansa yalnızlık.

Yolculuksa yalnızlık, duraksızdır. Ya iner gidersin toprağını suyunu bilmediğin bir yerde, ya da yerini alırsın koltuğunda. Gözlerinde kısa izler bırakarak geçer pencereleri ışıklı derme çatma evler.  Issızlığın ortasında durmadan gidersin, varmak istemediğin ve varacağın yere.
Molasız yolculuklar boyunca, bir yalnızlıktan diğerine…
Yalnız yollar, içine çıkmaz sokaklar saplanmış ıssız şehirleri bağlar birbirine. Herkesin sonunu görene kadar dönmeye ikna olmadığı, ayrıcalıklı olmak istediği çıkmaz sokaklar..
Her insan korkar yalnızlıktan, ama yaşayacaksa illa kendisine bahşedilsin ister, en ayrıcalıklı yalnızlıklar.

Ve işte yaşıyoruz,
Nerede görülmüş yalnızlıktan ölen?
Nerede yalnızlıktan güne başlayamayan?

sevmek korkusu*

" Dünya alabildiğine doludur. Dünyada bakışları birbirine benzeyen birçok insanlar, deniz kenarında yıkanır; dağların üstünde buzlar iç...